8 Haziran 2013 Cumartesi

ÖZE DÖNÜŞ

Ali Şeriati, tanıdığım bir yazar değildi. Meğer birileri -özellikle Şia ve İran'a yakınlık hissedenlerin "üstad" dedikleri yazarlardan biri imiş. Bu nedenle, yani İranlı bir ilim adamı olduğu için birilerinin de fena kıllandığı bir yazar, Şeriati. 

Okumaktan zarar gelmez, kitap beni yiyecek değil ya, dedim, yeter ki sen sapla samanı ayırabilecek kudrette ol. Kütüphaneden "Öze Dönüş" adlı kitabını aldım. İslam dünyasının ve insanlığın problemleri üzerine güzel tespitleri var. Ali Şeriati, kitabın okuyabildiğim bölümlerine göre bende olumlu bir etki bıraktı. Dolu bir insanmış, lafazan-yazar değil bir dava adamıymış, nitekim davası uğruna Savak ajanları tarafından öldürülmüş.

Kitabın tamamını okuyamadım. Sosyolojiden biraz sıkılıyorum. 

Okuduğum yerlerden aldığım notlar:

* Sömürgecilik kendisini dünyanın efendisi, dünyayı da kendi tarlası biliyor. O kadar ki ülkelerin ürünlerini tekdüze kılmak bile sömürgeciliğin belirtilerinden biri olmaktadır. Örneğin bakıyor ki Küba’da iyi şeker kamışı yetişiyor… Hemen diyor ki “Bütün topraklara şeker kamışı ekilmelidir.” Böylece yiyecek ekmeği bulunmayan bu toplum, buğdayını Amerika’dan ithal etmek zorunda kalıyor.  Ya da Kuzey Afrika’nın Müslüman uluslarının güzel güneşleri olduğuna göre bütün ürünler bir kenara bırakılmalı, bütün ekilebilir topraklar şarap üretmek için üzüm bağı yapılmalıdır. Nitekim şunu görmekteyiz: Kuzey Afrikalılar iş başına geldiklerinde topraklarının tamamının şaraplık üzüm bağına dönüştüğünü gördüler. Halbuki bu insanların hepsi Müslümandır ve asla şarap içmezler. Fakat içecek başka hiçbir şeyleri de yok.

* Bilinci değil, tüketimi artan insana medeni diyorlar.

Bir ulus; manevi, düşünsel ve kültürel üretkenliğe ulaşmadan ekonomik ve teknik üretim seviyesine ulaşır demek, koca bir yalandır.

Batı, Afrikalıya diyor ki “Senin medeniyetin yoktur.” Bize ise “Sizin medeniyetiniz vardı.” diyor. Afrikalıya “Siz kültür yapamazsınız.” derken bize “Siz kültür yapmışsınız.” der. Dolayısıyla Afrikalının geçmiş kültürünü yok sayarken bizim geçmiş kültürümüzü bozmaktadır. Bozmak, yok saymaktan daha kötüdür. Keşke onlar bize de “Sizin geçmişte ilerici bir dininiz, uygarlığınız, kitap, bilim ve edebiyatınız hatta hiçbir şeyiniz yoktu!” deselerdi. Biz de o zaman neslimize, her şeye sahip olduğumuzu kanıtlayabilirdik.

Sartre’ın deyişiyle: “Sömürgecilerin gözünde yalnızca 500 milyon insan vardır. Geriye kalan 2 milyar 500 milyon ise yerlidir.” Sömürgecilerin deyişiyle yerli ile insan, yani Doğulu ile Batılı…

Emen sülük, emilen insanla kandaş oluyor; ama bu kandaşlık, iki düşmanın kandaşlığıdır.

İlginçtir ki tam Avrupa’da Manifesto’nun yayınlandığı ve işçi hareketinin doruğa tırmandığı günlerde İran’da “İmam-ı Zaman” (Mehdi) ortaya çıktı. Hem de aynı günlerde bu İmam-ı Zaman oyunu diğer İslam ülkelerinin on yedisinde tekrar sahneye konuldu.


Avcının av peşinde koşuşturması değildir tuhaf olan. Tuhaflık avın avcının peşinden koşmasıdır.