Seçilmişler mi, atanmışlar mı?
Üst düzey (!) devlet ricali arasında ve neredeyse sadece taraflardan biri, övünme ya da meşruiyet delili olarak bunu ileri sürer.
"Sen kim oluyorsun da bana direktif veriyorsun. Ben seçilmişim, sen atanmışsın."
Kurum amirine, müdürüne bu silahla saldıran köy muhtarı işitmiştim.
Bu mantığa göre sandıktan çıkmak en büyük paye, mutlak üstünlük...
Atanmışlar -yani sandığa girip sandıktan çıkmamışlar- şayet hiçbir vasfı yokken, mesela okullarda okumadan, sınavlardan geçmeden, göz nuru döküp dirsek çürütmeden birileri tarafından alınıp bir yerlere oturtulmuşlarsa -doğrudur- seviye olarak aşağıdadırlar. Ama memlekette kamuda hizmetli olabilmek için bile en az lise diploması ve KPSS gibi sınavlardan geçer puan istenirken ilkokul diplomasıyla sınavsız puansız milletvekili olunabildiğini hesaba katarsak atanmışların öyle sokaktan tutulup getirilmediğini anlayabiliriz. Sıradan bir memur olabilmek için en az lisans düzeyinde üniversite mezunu olmak; bir iki kademe yüksek memuriyet için yüksek lisans, doktora seviyesinde eğitim, yabancı dil bilmek gibi niteliklerin şart koşulduğu "atanmışlar" tarafında koltuğa oturmanın bedeli çok da ucuz gibi gözükmüyor.
Seçilmişler cephesinde durum, iddia edildiği gibi mi acaba? Seçilmişler gerçekten seçilmişler midir, yoksa onlarda da atanmışlık şüphesi var mıdır birazcık?
Üzerlerinde hiçbir atanmışlık belirtisi olmayan köy/mahalle muhtarları memleketin en seçilmiş bürokratları olarak kasıla kasıla gezme hakkına sahiptirler. Partilerin milletvekillerine gelince, aday adaylığından aday konumuna yükselmeleri genellikle atanma yöntemiyle oluyor. Daha açık bir ifadeyle, başkanınız sizi aday listesine koymadan seçime bile giremiyorsunuz, yani seçilebilme hakkına ancak atamadan sonra sahip olabiliyorsunuz.
Öte yandan atanmışların atanması da -esasen- bir seçim sonucunda gerçekleşiyor. Amir, başkan vb. zihnindeki ya da önündeki adaylardan birini seçip atıyor. Seçilmişlerin aksine, atanmışlar cephesinde önce seçim, sonra atama var.
Tek kişinin seçimine itiraz edilebilir ama seçenlerin sayısının fazla olması mıdır bir seçimi isabetli kılan. Bugün birçok insanın ne düşüncelerle veya ne kadar düşüncesizce sandıklara zarfları attığına şahit olmuyor muyuz? Sağını solunu tanımayan nicelerinin sağcılık-solculuk dava ettiklerini az mı görüyoruz? Kendisini idare etmekten aciz olanların memleketi idare edecekleri seçmesinde hiç mi gariplik yok? Seçilmemişlerin oylarıyla seçilmiş olmak, nasıl oluyor da kişiyi seçilmemiş seçmenlerden üstün konuma getiriyor? Üstelik geçici bir süre için seçilmiş olmak, işin rengini büsbütün berbat etmiyor mu?
Eğer seçilmişler üstünlükten dem vurmak, ayrıcalıklı konumlarıyla hava atmak zorundalarsa -ki bazılarının emek vererek, okuyarak, eğitim alarak bir yerlere ulaşmanın zorluğundan kaçtıkları ve bununla birlikte bir konuma gelmeyi de çok arzuladıkları için düştükleri çukurdan siyaset merdiveniyle çıkmaya çalıştıklarını gözlerimle görüyorum- kendileri gibi seçimlere girdiği halde seçilememiş olanları muhatap almalıdırlar. "Ben seçilmişim, sen atanmışsın." diyerek esasen okumuş, sınavlardan geçmiş ve kazanmış, ardından emeğiyle bir yerlere gelmiş olanlarla boy ölçüşmeye kalkmak yerine, kendileri gibi aday olabildiği halde seçilemeyenlere "Ben seçilmişim, sen seçilememişsin." diye doya doya büyüklensinler.
Eğitim ve öğretimin önemsenmediği, herkesin gözünü makama koltuğa kolay yoldan -seçimle çalışan mekanizmaların peşinde dolaşıp seçilme fırsatını kollamak gibi- oturmaya diktiği bir toplumda emanet zayi olur gider. Emanetin zayi olduğu toplumun kıyameti kopar. Bu son cümleyi Hz. Peygamber söylüyor.