7 Temmuz 2022 Perşembe

DİRİLİŞ

Bundan yüz sene önce yokluğun zifiri karanlığında, ismi cismi olmayan bir yokluk iken zamanın bir diliminde bizim irade ve ihtiyarımız olmaksızın var olduk. Zamanın bir noktasından sonra istesek de istemesek de hayat sahnesinin dışına çıkarılacağız. Bir insan hayatı, alev almamış bir kibrit çöpünün çıkardığı kıvılcım kadar. İnsanlığın, iki karanlık arasındaki kıvılcımların toplamından ibaret olan milyonlarca yıllık hayat ışığı, ezelden beri yanmadığına göre ebede kadar da sürecek değil.

Hayat çok kıymetli, yaşamak çok güzel; yokluk çok kötü, ölüm arzulanacak bir şey değil. Ne var ki hayatın en büyük gerçeği, kalıcı tek tarafı o.

Ölümsüzlük arzusunu insanlık eski masallarda bırakmış, âb-ı hayatı bulmaktan umudunu kesmiş; yerin derinliklerinde, uzayın karanlıklarında bir şeyler keşfetmeye çalışıyor, her şeyi arıyor ölümsüzlükten başka. En fazla muhtaç olunan en büyük arzuya karşı en derin umutsuzluk hali...

Mümkün olsaydı sonsuz bir hayata insan “hayır” demezdi herhalde. Öyleyse ölümden sonra ikinci bir hayatın varlığını neden istemesin ki insan? Hangi insan, kaybetmiş olduğu çok değerli bir malını kıymetinden hiçbir şey eksilmemiş olarak günün birinde bulmak istemez ki?

İkinci bir hayat; fakat bu defa ölümü olmayan, başının dişinin ağrımayacağı, elem, keder, yorgunluk, bıkkınlık bulunmayan ve ölümlü yaşamda sevip bağlandığımız kimselerin de içinde olduğu sonsuz bir hayat... Daha ne isteriz ki...

Öldükten sonra böyle bir hayata gözlerin açıldığı dirilmenin gerçekliğine bir insan neden inanmak istemez ki?

Bunun cevabını elbette biliyoruz:

Bu ikinci sonsuz hayatta, Ahiret hayatında, şimdiki hayatımızın hesabı sorulacağı için... Ahiret hayatına inanmak; dünya hayatını keyfimizce değil, Allah’ın istediği şekilde yaşamamızı zorunlu kıldığı için... Sonsuz hayatın keyfini, yalnızca buradaki sınırlı yaşamında bedelini ödemiş olanların süreceği, burada keyfince yaşayanların sonsuz hayatta keyifleri kaçacağı için...
Oysa bu, dünya hayatında bile temel bir kanun: Herkes çabasının ve emeğinin karşılığını alıyor.

Öldükten sonra dirilmek ve bu hayatta yaptıklarından ve yapmadıklarından hesaba çekilmek, ardından hak ettiği şekilde muameleye tabi tutulmak ve bundan sonra bir daha ölüm yüzü görmemek akıl ve mantık açısından imkânsız değil. Bunun olağan dışı bir durum olması, olamayacağını göstermiyor. Bu hayatta bile ne akıl almaz olayların nasıl da sıradan hale geldiğini görmüyor muyuz? İnsanların ellerinde tuttukları kutular aracılığıyla dünyanın öbür ucundaki insanlarla görüntülü olarak konuşabileceklerini bundan yüz sene önce söyleselerdi aklımız almazdı büyük ihtimalle. Yüzlerce insanın bir kutunun içine binip havada uçarak dünyanın öbür ucuna kısa sürede gideceklerini bundan üç yüz sene önce söyleyen adamın aklıyla alay ederlerdi herhalde.

Gün gelip yeryüzündeki bütün insanların, hatta bütün canlıların ölüp hayatın sona ermesi akla mantığa aykırı bir durum mu? İnsanların kendi tercihleri ve iradeleri olmaksızın ilk defa hayat buldukları gibi yaşayıp ölmüş olan bütün insanların tekrar diriltilip yeniden hayat bulmaları neden imkânsız olsun ki? İlk defa yaratan, ikinci defa yaratamaz mı? Allah’ın varlığına inanmayan bir insan da düşünmeli ki yokluktan varlığa ilk defa çıktığında buna kendisi engel olamamıştı, ister istemez bu hayata geldiği gibi ölümünün üzerinden yüzlerce yıl geçip çürüyüp toprak olduktan sonra bile olsa tekrar dirilmeye ve ikinci hayata uyanmaya başlarsa buna engel olabilecek mi? Yaşama ilk defa gelmek normal de ikinci defa gelmek mi anormal?

Öldükten sonra diriliş, neredeyse bütün dinlerde kabul edilen bir gerçektir. Keyfiyetteki sayısız farklılığa rağmen genel olarak bütün dinlerin yeni bir hayatın varlığını onaylamaları, asla yabana atılamaz.

İslam’ın temel inançlarından birisi de Ahiretin varlığıdır. İslam inanç esaslarını iki madde halinde ifade edecek olsak "Allah'tan başka tanrı yoktur." cümlesiyle özetleyebileceğimiz "tevhit akidesi"nden sonra ikinci sırada "öldükten sonra dirilip sonsuz bir hayatta var olmak" anlamında "Âhiret akidesi" gelir.

Öldükten sonra ikinci bir hayat için dirilmek, aklen imkânsız değildir. Ahiretin mutlaka gerçekleşeceği Kur'an'da pek çok ayette çeşitli üslup ve örneklerle anlatılır.

وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ... قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ

Kendi yaratılışını unutup bize örnek getirmeye kalkışıyor ve “Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?” diyor. De ki: “Onları ilk başta yaratmış olan diriltecek. O yaratmanın her türlüsünü bilir.” (Yasin, 78-79)


يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِن مُّضْغَةٍ مُّخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِّنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاء إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّى وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِن بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ... ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِي الْمَوْتَى وَأَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ... وَأَنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ لَّا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَن فِي الْقُبُورِ

Ey insanlar! Öldükten sonra dirileceğinizden kuşku duyuyorsanız şunu unutmayın ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra belli belirsiz et parçasından yarattık ki size (kudretimizi) açıkça gösterelim; ve biz dilediğimizin rahimlerde belirli bir vakte kadar kalmasını sağlarız, sonra sizi bebek olarak çıkarırız, ki daha sonra yetişkinlik çağınıza erişesiniz. İçinizden kimi erken vefat ettirilirken kimi de önceden bildiklerini bilmez hale gelinceye kadar ömrün en düşkün çağına eriştirilir. Öte yandan yeryüzünü kupkuru ve cansız görürsün; üzerine yağmur indirdiğimizde ise (bir de bakarsın) canlanıp kabarır ve her cinsten güzel bitkiler çıkarır. Bu böyledir, çünkü Allah hakkın ta kendisidir, O ölüleri diriltir ve O’nun her şeye gücü yeter. Kıyamet vakti şüphe yok ki gelip çatacaktır ve Allah kabirde yatanları diriltecektir. Hac, 5-7)


وَاللَّهُ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُثِيرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ إِلَى بَلَدٍ مَّيِّتٍ فَأَحْيَيْنَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا كَذَلِكَ النُّشُورُ

Allah, rüzgarları göndererek bulutları harekete geçirendir. Sonra bulutları ölü bir beldeye yönelterek onunla ölü yeryüzüne hayat veririz. İşte yeniden diriliş de böyledir. (Fatır, 9)


وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

Bir zamanlar İbrahim: "Ey Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster." demişti. Allah, "İnanmıyor musun?" deyince İbrahim, "Tabii ki inanıyorum; ancak kalbimin yatışmasını istiyorum." dedi. Allah, "Kuşlardan dört tane tut, onları iyice tanı, kendine alıştır; sonra her dağın başına onlardan bir parça koy, sonra onları kendine çağır, koşarak sana gelecekler." dedi. Allah, mutlak üstün olan ve en doğru hüküm verendir. (Bakara, 260)


Kur'an'da Ahiret'in varlığına dair akıl ve mantığa hitap eden delillerin getirildiğini, insanın çevresinde sürekli cereyan eden yokluk-varlık-yokluk-varlık döngüsü üzerinde düşünmesi ve böylece ölümden sonra dirilişin imkânını idrak edip buna iman etmesinin beklendiğini görüyoruz.

Ayrıca Kur'an'da direkt söz konusu edilmese de öldükten sonra dirilişe iman etmeye bizi sevk edebilecek başka pek çok delillere de sahip bulunuyoruz.

Söz gelimi, öldükten sonra çürüyüp toprağa dönüşse bile insanın bazı genlerinin yok olmayışı ve ait olduğu insanın hayat özelliklerine dair verileri barındırması bizi ikinci bir hayatın varlığı sonucuna götürmektedir.

İnsan, anne rahmindeki hayatında el, ayak, göz, kulak, ağız, burun gibi organlara sahipti; ama bu organlar orada onun işine yaramıyordu. İnsanın oradaki hayatına bakan kimse anlar ki insana verilen bu organlar, doğumdan sonraki hayatı için verilmiştir. Aynı şekilde dünya hayatına baktığımızda da insanın sonsuz mutluluk arzusuyla; kedersiz, zahmetsiz ve sonsuza kadar yaşama isteğiyle dolu olduğunu görürüz. Oysa bu arzu ve istekler, dünya hayatında gerçekleşmesi imkânsız şeylerdir tıpkı anne rahmindeki insanın yürümesinin, konuşmasının imkânsızlığı gibi. O halde bu duyguların varlığı, onların gerçekleşeceği sonraki bir hayatın varlığına işaret etmektedir.


AHİRET İNANCININ KAZANDIRDIKLARI

Ahiret’e inanmak insanları düzgün bir hayat yaşamaya, hayatı verimli kılmaya yönlendirir.

Hayata imtihan için geldiğini, hayatın kendisine iyi ve güzel işler yapmak için emanet olarak verildiğini bilen; yaptığı iyiliklerin mükafatını almak ve kötülüklerin cezasını görmek için ölümden sonra tekrar diriltileceğine inanan bir insan, hayatını rastgele yaşamaz; geçici dünya hayatını, sonsuz Ahiret hayatını kazanabilmek için kullanır. İyiliklerin ölüm ile yok olup kötülüklerin de yanına kâr kalacağını düşünen inkârcı birinin erdemli bir hayat yaşaması ise hem çok zor hem de anlamsızdır.

Ahiret’e inanmak, insanların dünyanın geçici nimet ve imkânlarına hırsla bağlanmalarını ve kendilerini gereğinden fazla yormalarını engeller.

Dünya hayatından başka hayat olmadığına inanan bir insan bütün hazlarını bu hayatta yaşamak, bütün emellerine ulaşmak ister ve asla uzun sürmeyecek olan arzular peşinde kendisini hırpalayıp durur. Oysa ölümden sonraki sonsuz hayata inanan mü'min, bu hayatın hem süre bakımından hem hazlara erişme ve eriştiklerini devam ettirme bakımından sınırlı oluşunu idrak eder; dünya hayatının temel gayesinin de bunlar olmadığını, sıkıntısız ve sonsuz mutluluğun Ahiret hayatında yaşanacağını bilir ve kendisini sonraki hayatına hazırlar.

Ahiret’e inanmak, insanların moral gücünü artırır, psikolojisini korur.

İnsan hayatta pek çok acılara ve kederlere maruz kalır. Bazen haksızlığa uğrar, hakkını alamadan hayatının sonuna ulaşır. Hakkını alamamanın verdiği acı insanı büyük bir öfke ve kin duygusuna düşürür. Ölümden sonra kılı kırk yaran bir adaletin gerçekleşeceği, büyük mahkemede her hak sahibinin hakkını alacağı ve her haksızın bedel ödeyeceği inancı ile insan, bir nebze olsun öfke ve kin duygularının yıkıcı etkilerinden uzaklaşabilir.

Yine insan ölüm gerçeğinin meydana getirdiği yıkımlardan da ölümün bir son ve yok oluş olmayıp ölümden sonra ebedi bir hayat için dirilişin gerçekleşeceği inancıyla kendisini koruyabilir. Sevdiklerinin ölümüne şahit olan, onları kaybetmenin üzüntüsüyle yüreği yanan veya kendi ölümü düşününce dünyası başına yıkılır gibi olan insan, ölümün acısını ancak Ahiret inancıyla hafifletebilir; kaybettiği sevdiklerinden ebediyen değil, ancak geçici bir süre ayrı kaldıktan sonra sonsuz bir hayatta yine buluşacağını bilmekle teselli olabilir.

Fertleri Ahiret’e inanan bir cemiyette huzur bulunur.

Huzurlu bir toplum, kötülükten kaçınan fertlerden meydana gelir. Sadece kanun yaptırımı ile insanları kötülüklerden alıkoymak mümkün değildir. Kanunlardaki açıklardan yararlanan ya da kanun adamlarının gözlerinden kaçabilen kötü niyetli inançsız kimseler, toplumun huzur ve güvenliği için her zaman tehdit arz ederler. Ancak bir cemiyetin fertlerinin vicdanında hiç kimsenin görmediğini gören, bilmediğini bilen Allah’ın var olduğuna iman olursa; bu dünyada yapılan kötülüklerin Ahiret’te mutlaka cezasının çekileceği bilinirse toplumda kötülüklerin önü alınır ve cemiyete huzur hakim olur.


KUMAR OLMAZ, İMAN GEREKLİ

Hz. Ali'ye bir inkârcının "Öldükten sonra ikinci bir hayat yok, boşuna ibadet ediyorsun." dediği nakledilir. Hz. Ali ona şu anlamda bir sözle karşılık vermiş:
Eğer ikinci bir hayat yoksa ibadet ettiğimden dolayı büyük bir zarara girmiş olmam; fakat Ahiret varsa senin zararın çok büyük olur.
Bu, güzel bir cevaptır; Ahirete iman etmeye ve ölümden sonrası için hazırlık yapmaya insanı sevk etmesi gereken bir düşüncedir. Öyle ya ölünce toprak olup bir daha da dirilmeyecek olsak bile bu inancımızın bize kaybettireceği pek bir şey yok; namaz kıldığımız, oruç tuttuğumuz, hırsızlık yapmadığımız, ahlaksızlık etmediğimiz için çok büyük kayıplarımız olmaz. Ama eğer Müslümanların inandığı Ahiret gerçekleşirse buna inanmadığı için hiçbir hazırlık yapmamış olanların zararı küçük bir zarar mı olacaktır? Çünkü buna inanmayanların ve bu inancın gereklerini yerine getirmeyenlerin Cehennem denilen korkunç bir ateş çukurunda sonsuza kadar ceza çekecekleri, Ahiret inancının bir sonucudur. Ahirete inanamayan, inanmak istemeyen kimsenin en azından böyle bir ihtimali göz önünde bulundurması aklının gereğidir.

Bununla birlikte sırf böyle bir ihtimali hesaba katarak kişinin bazı iyilikler yapması, azıcık inanır gibi davranması; ideal bir iman olmadığı için inkârdan çok da farklı değildir. Bu, bir tür kumardır: muhtemel büyük faydayı elde etmek veya muhtemel büyük zarardan kurtulmak için küçük fedakarlıklarda bulunmak...

Kehf suresinde, servetiyle övünen ve böylece Allah'a ortak koşan iki bahçe sahibi bir kimsenin hikayesi anlatılır. Bu kişi Ahiret’e kesinkes iman etmiyor, ancak olası görüyor. Ne var ki Kur'an bu tavrı, inkâr olarak değerlendiriyor:

وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّدِدتُّ إِلَى رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيْرًا مِّنْهَا مُنقَلَبًا... قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا

Servetiyle övünen ve Allah'a gerektiği gibi iman etmeyen kişi dedi ki: "Kıyametin kopacağını sanmıyorum. Eğer böyle bir şey olur da Rabb'ime döndürülürsem mutlaka orada bundan (buradaki servetimden) daha hayırlısını bulurum." Tartışmaya girdiği arkadaşı da ona, "Seni topraktan, sonra bir damlacık sudan yaratan, sonra da seni insan şekline sokanı inkâr mı ediyorsun?" dedi. (Kehf, 36-37)

Ahiretteki mükafatlara kavuşabilmenin ve cezalardan korunabilmenin ön şartı, Allah'ın kutsal kitaplarındaki sözlerini tasdik etmekle birlikte Ahirete de kesinkes inanmaktır.

والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

Onlar, (Ey Muhammed) sana indirilene ve senden önce indirilmiş olanlara inanırlar. Ve onlar, Ahiret’e de kesin olarak inanırlar. (Bakara, 4)

Öldükten sonra dirilmeye kesin olarak inanmayan, muhtemel görüp kumar oynarcasına bir düşünceyle iyilik yapanların yaptıkları iyiliklerin Ahiret’te bir karşılığı olmayacaktır.

وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَلِقَاء الآخِرَةِ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلاَّ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

Ayetlerimizi ve Ahiret’teki buluşmayı yalanlayan kimselerin amelleri boşa gitmiştir. Onlar, başkasıyla değil, ancak kendi yaptıkları ile cezalandırılacaklardır. (A'raf, 147)


Ön yargısız ve mantıklı bir şekilde kanıtlar üzerinde düşünen insan, Ahiret'in varlığı sonucuna ulaşır. Ve eğer şimdiye kadar inanıp savunduğu düşüncenin tam tersi olan bir gerçeğe ulaşınca, eski fikrini terk edip gerçeğin ardından gidebilme cesaretini kendinde bulabilir, çevresinin baskısından korkmaz, elde ettiği geçici şeyleri hakikate bağlanmaya tercih etmezse, kendisi üstün görüp de yıllarca aşağı gördüğü insanların inançlarına katılmayı bir gurur ve kibir meselesi yapıp da önünde kendi eliyle kendisi için aşılmaz duvarlar örmezse Ahiret’e iman eder ve hemen bu imanın gereklerini yerine getirmeye koyulur.