20 Aralık 2022 Salı

ADALET

Adalet; mülkün, yani devletin/egemenliğin temeli. Adalet; bütün varlıkların, kâinatın, en az en temel ihtiyaçları kadar muhtaç olduğu şey.

Adalet, dengede duran terazi ile simgelenir.

Bir kefeye suçu, diğerine cezayı koyunca; bir kefeye davacı, diğerine davalıyı koyunca; bir kefeye zalimi, diğerine mazlumu koyunca dengede duran terazi, adaleti temsil edebilir.

Bir suç için öngörülen yahut bir suçluya hükmolunan ceza, suça/suçluya hafif geliyorsa topluma/mağdura adaletsizlik yapılmış; ağır geliyorsa suçluya adaletsizlik yapılmış olur. Suçlular, zalimler, caniler hakkında da adaletten sapılmamalıdır. 

Kim olursa olsun bir kişi lehine veya aleyhine adalet terazisinin bir milim bozulması, toplumun adalet dengesinin altüst olması sonucunu doğurur.

Adalet, herkese hayat bahşeden bir iksirdir. Bu iksirden; kendilerini ayrıcalıklı gören, ayrıcalıklı olmak isteyenler rahatsız olur. Herkesin bu iksirden içememesi için de bu kişiler / müesseseler musluğun başını tutarlar, dilediklerine açar, dilediklerine kısarlar.

Kanunlar karşısında herkesin eşit olması veya kanunlarda öngörülen cezaların suçlarla ilişkilendirilirken adaletin gerçekleştirilmesi, adaleti gerçekleştirmek için yeterli değildir. Yani hâkimlerin, mahkemelerin âdil olması yetmez; kanunların adaletli olması gerekir. Kanunların adaletli olması, adliye teşkilatının adaletli olmasından da önceliklidir. 

Hakimler, savcılar... terazidir; kanunlar kefeye konan ağırlık ölçüleri. Ölçüler doğru olursa terazideki kusurlara rağmen adalet sağlanabilir. Ama ölçü birimi bozuksa hangi teraziyle tartarsanız tartın doğru sonuca ulaşamaz, doğru tarttığınızdan asla emin olamazsınız. 

Kısacası adaletin iki unsuru var: kanunlar ve hakimler.

Hakimleri, adalet duygusu ve vicdan sahibi, dürüst kimselerden seçer; bu erdemlere muhalif davrananları bertaraf edersek işin bu basit unsurunu tahakkuk ettiririz.

Adil kanunlar ise ancak ve ancak insan üstü bir irade ile gerçekleşebilir. İnsan; kendisi için iyilikleri, faydaları elde etmek uğruna bütün hayatını harcayan varlık, kendisine, yakınlarına en ufak bir zararın dokunmasını istemeyen varlık... meşruiyyetini sadece insandan alan, tamamen insana dayanan kanunlar yaparken gerçek bir adaleti ne kadar gözetebilir ki?

Herhangi bir suçun, bugün ve gelecekte, toplumun bütün katmanlarında, hayatın bütün alanlarında hangi etkilere ve ne ölçüde sebep olacağını kestirmesi asla mümkün olmayan bir insanın yaptığı kanunlar manzumesine adalet tesmiye eylemek büyük bir iddia olmaz mı?

Aynı suça dün başka, bugün başka bir ceza vermek, caydırıcı olmazsa yarın başka bir ceza koymak; yani adaleti oyuncağa, adliyeyi deneme yanılma meydanına çevirmek akla ve mantığa muvafık mıdır?

Allah'ın koyduğu kanunları beğenmeyen, kendisi kanun yapmaya yeltenen insan; kime kafa tutmakta, kendini ne zannetmektedir? Bir ya da birkaç, isterse onlarca, yüzlerce olsun, insan; diğer insanları yargılayacak kanunlar koyma yetkisi kimden ve nereden alıyor? Bazı fiilleri suç sayarken neye dayanıyor, suçların cezalarını nasıl belirliyor? 

Doğuştan insan olmayana insan demekle insan olmadığı gibi Allah'ın "adil hüküm" olarak indirmediğinin adını adalet koymakla da adalet olmaz.