Yazılmaz ki yansıma bir kelime olsun
bir köpek eniğinin bağırması. Havlamak desem havlamak değil, inlemek desem
inlemek değil. Duyanlar bilir. Aç kalmış, bir yerindeki yaranın ıstırabını
çeken ya da anasını yitirmiş bir köpek eniği, yaramaz mahalle çocuklarının taşlarından
kaçarkenkinin ağır çekimiyle bağırmaya başladı Akbaş apartmanının arka
bahçesinde.
Derinden ve seyrek başlayan ses, eniğin
kulakları sesine alışınca feryada dönüştü. Sessiz geceyi saat 2’sinde, önce
delen, sonra yırtan bu ses, ilk etapta üç katlı Akbaş, dört katlı Yenigün
apartmanlarında meskûn hafif uykuluların gecesini parçaladı. Kimi “hasbunallah”
dedi, kimi “lahavle” çekti, kimi de sövdü. Susar şimdi, dediler susmadı; gider
gider, dediler gitmedi.
Akbaş’ın ikinci katında bu gece bebeği
sık sık uyanan ve bu saate kadar doğru düzgün uyumamış bir anne telaşlandı. Ağır
uykulu kocası homurtularla uyandı:
“Nereden çıktı bu Allah’ın cezası hayvan?
Çocuğu uyandıracak…” diye söylendi. Kadın da:
“Bu saate kadar beni hiç uyutmadı. Daha
biraz önce uykuya daldı.”diye dert yandı.
Adam sırtını döndü, yastığı kulağına
bastırarak uflaya puflaya uyumaya çalıştı.
Yenigün apartmanının, fırının
üzerindeki birinci katının arka balkonuna dayanmış olan ağaç merdivenin tepeye
yakın basamaklarında bir gölge küçüldü ve dondu. Bu merdiven, adı deliye çıkmış
sarhoş Selim’in çöplerini stokladığı mutfak balkona dayanmıştı. Merdivenin
başında şimdi hareketsiz, korku dolu ve ağır bir gölge duruyordu.
Bu, Beyazıt’ın ilk profesyonel işi olacaktı.
Akşam iyice gözlemişti Sarhoş Selim’i. Selim, bu gece yine küpleri devirmiş;
evine gece yarısı ve zilzurna sarhoş dönmüştü. Bu saatlerde ölü gibi yatıyor
olmalıydı, bomba atsan duymazdı ve iş için en uygun zaman buydu. Zira fırın
işçileri, sabaha ekmek çıkarmak için saat üç – üç buçuk arası gelirlerdi. Selim’in
kumarda kazanıp evinde biriktirdiği rivayet olunan dolarlardan, altınlardan
birkaç parça, Beyazıt’ı âbâd etmeye yeterdi. Beyazıt’ın son işi olacaktı bu.
Berat Gecesi yaklaşıyordu, tövbe edip affını dilemeye ta baştan niyet etmişti. Ev
sahibi, bir başına ve günün yarısını yarı ölü yaşayan Sarhoş Selim olmasa böyle
bir işe kalkışamazdı.
Selim esasen tehlikeliydi: Birkaç
çeşit av tüfeği, tabanca, cephanelikçe kurşun vardı evinde. Ancak dedik ya sarhoştur,
öğlene kadar baygın yatar. Top atsan uyanmaz.
“Hay Allah… Nereden çıktı bu hayvan? Defolup
gider inşallah…”
Gitmedi. Köpek eniği sesini sonuna
kadar açmıştı. Bağırıyordu, bağırıyordu…
Merdiven başındaki gölge kıpırdamadan
duruyordu. Selim’in uyanacağını aklına bile getirmiyordu Beyazıt. Fakat “Köpek
hiç susacağa benzemiyor. Milleti uyandıracak. Bu taraftan bir tane ışık yansa
benim bittiğim gündür.” diye endişeleniyordu.
Beyazıt, eniği görüyordu, susturmak
veya kovmak için hiştliyor, piştliyordu; ne var ki köpek susmuyordu, sesini
beğenmişti galiba. Meşhur olmaya ahdi vardı sanki.
“Acaba çabucak inip kaçsam mı? Yok
yok, kıpırdarsam görülürüm. Eli silahlı biri olur, maazallah! En iyisi, şu
dutun gölgesinden istifade etmek ve kıpırdamadan beklemek. Şimdi gider.”
Enik, dar bir alanda daireler çiziyor,
muhtemelen nefesini toplamak için ara sıra susar gibi yapıyor, sonra yine avaza
başlıyordu.
Yenigün’ün sahibi Hacı Nusret Efendi
ve hanımı, teheccüt namazı kılıyorlardı. Işıkları yakmamışlardı. Sokak
lambasının ışığı eve loş bir aydınlık vermekle kalmıyor, lahuti bir hava da
kazandırıyor, teheccütün tadına tat katıyordu. Hacı Nusret Efendi, üçüncü iki
rekatin selamını verince dayanamadı, kalkıp pencereden sesin sahibini görmeye
çalıştı. Bu arada hanımı da selam verip pencereye yanaştı. Gözleri karanlıkta
iyi seçmeyen Nusret Efendi, hanımına eniği görüp görmediğini sordu. Hanımı
görmediğini söyledi.
“Açlıktan mı bağırıyor acaba hayvan?
İnip bir şeyler versem… Günahtır…”
“Açlıktan değildir.” diye cevap verdi
hanımı, “Böyle feryat edecek kadar aç kalmaz köpek kısmı, çöp tenekeleri yiyecek
dolu.”
“Peki derdi ne bu hayvancağızın
gecenin bu saatinde?”
Hanımı birden hatırladığı bir olayı
tahminine kaynak yaptı:
“Bugün, ikindine doğruydu. Selim
Efendi Akbaş’ın bahçesinde bir köpek vurduydu silahla. Onun yavrusu filan
olmasın bu? Anasını arıyordur.”
“Belki de… Vah vah, zavallı yavrucak! Ne
istedi acaba hayvandan?”
“Bodrumdakilerin tavuklarına
saldırmışmış.”
“Allah Allah… Ne yapsak acaba?”
“Canım ne yapacaksın. Hayvandır, bağırır
bağırır, bulamayınca gider.” dedi kadın.
Köpek eniği, gecenin kulaklarını sağır
etmeye kararlıydı. Gitmedi de susmadı da.
Sese uyanan iki dairenin ışığı yandı.
Merdivendeki gölge biraz daha küçüldü;
fakat hareketsiz kalmak zorlaşmıştı artık, titremeye engel olamıyordu.
Akbaş’ın ikinci katındaki bebek
mızırdanmaya başlamıştı; babası başına bastırdığı yastık sayesinde uyumuş
görünüyordu, annesi şefkat kuvvetine dayanarak uykusuzluk ve yorgunluğa
sabretmeye çalışıyor ve bebeğin uyanmaması için inşallahlı cümleler kuruyordu.
Hacı Nusret Efendi ve hanımı tekrar
namaza durmuşlardı.
Sarhoş Selim, kıpırdanmaya başladı.
Beyazıt, kıpırdanmamaya çalışıyor, küçük bir gölge olarak bir sürü dilekte
bulunuyor, eğer bu durumdan kurtulursa o eniği bulup kıyma haline getirmeye;
yok yok, eğer bu durumdan sağ salim, yakalanmadan ve rezil rüsva olmadan
kurtulursa Berat Gecesi’ni beklemeden tövbe edeceğine dair antlar içiyordu.
Ve enik, mersiyesini uzattıkça
uzatıyordu.
Başının ağrıdığını hissetti Sarhoş
Selim. Gözlerini kısarak açmaya çalıştı. Lambayı yaktı, saate baktı, ne
rakamları tanıdı ne zamanı anladı, biriktirdiği bütün parayı akşam kumarda
kaybettiğini hatırladı ve sesi duydu. Sinirlendi. Askıdan bir tüfek aldı,
mermisini kontrol etti. Sesin geldiği tarafa yöneldi. Mutfak balkonunun
kapısını açtı.
Bir silah patladı gecenin iki buçuğu
gibi. Namlu alev püskürttü. Yanan ışıklar söndü, sönükler yandı. Akbaş’ın
ikinci katındaki bebek uyandı. Merdivendeki gölge yere düştü ve…
Köpek eniği sustu.