1 Ağustos 2022 Pazartesi

SULUBOYA (Hikâye)

Derenin şırıltına öyle dalmıştı ki, “Çerçi geliyor, çerçi geliyor!” sözleriyle kendine geldi. Gözleri parladı; kalbi, avuçta hapsedilen küçük bir serçe gibi çırpınmaya başladı. Elindeki küçük ilaç şişesini kaldırdı, içindeki suya baktı ve suyu dereye serpti. “Derede ne kadar da çok su var. Harca harca bitmez.”diye düşündü. “Dağlar kâğıt olsaydı, koca koca fırçalarım ve koca koca, renk renk, bir sürü de suluboyam olsaydı, ah ne güzel olurdu. Derede ıslattığım fırçamda suluboyamla çeşitli renkler oluşturur, sonra bütün dağlara güzel güzel ormanlar çizerdim.”diye de bir hayal kurdu.

Şişesini elinde sıkıca tutarak araba yoluna doğru koşmaya başladı. Yola çıktı, yolun her iki yönüne de kafasını bir sağa, bir sola hızlı hızlı çevirerek birkaç defa baktı. Nihayet ağaçların aralarından gördü köye ağır ağır gelmekte olan çerçiyi. Köye doğru koşmaya başladı. Koşuyor, “İnşallah vardır.”diye de dua ediyordu.

Evin önünden yıldırım gibi geçti, arkaya dolandı, kümesin kapısını açıp içeri girdi. Follukta yumurtlamak için yatan tavuklar bağrışıp kanatlarını çırparak kaçıştılar.

Yumurtaları saydı:

-Bir, iki, üç, dört, beş… on üç; üçü fol, kaldı on. Yeter herhalde.

Kümesten çıktı, eve koştu, dibine biraz saman konmuş bir sepetle tekrar kümese döndü, yumurtaları özenle sepete yerleştirdi. 

v  

Selim, köy okulunun beşinci sınıfında okuyordu, başarılı bir öğrenciydi. Ailesi köyün yoksul ailelerinden biriydi. Kitap, kalem, defter gibi okul ihtiyaçlarını, çoklukla öğretmeni, şehirdeki kardeş okuldan gelen yardımlardan veriyordu. Babası da imkânları ölçüsünde onun okuyabilmesi için elinden geleni yapıyordu. Ailesi Selim’in okumasını çok istiyordu, Selim de okumayı.

Selim’im altı yaşındaki kardeşi, Mustafa, hastaydı; babası bulduğu parayı onun tedavisi ve ilaçları için harcamak zorundaydı. Selim hak veriyordu babasına ve hiç üzülmüyordu babası suluboya alamadı diye. O sadece kardeşine üzülüyordu. O, bir iyileşsin, her şey düzelirdi. O zaman on iki renkli suluboya alırdı babası, birkaç çeşit de fırça. Bir sürü resim yapardı. Babası bir sürü resim defteri de alırdı ona. Neler çizmezdi ki defterler dolusu: köyün deresini, çayırları, ekin biçen adamları, dağda otlayan koyunları, Çoban Bilal’i eşeğinin üstünde, evlerini, kardeşini neşeyle koşarken… Tam on iki renk olurdu suluboyasında, birkaç çeşit de fırçası…

Pastel boyalarıyla güzel güzel resimler yapıyordu, ama resim defteri çabuk bitiyordu o zaman da. Selim de okul dışında yaptıkları için resim defterini değil, eski defterlerinden kalan boş sayfaları kullanıyordu; boyarken de pastelleri fazla bastırmıyordu tez yıpranmasın diye. Ah bir kardeşi iyileşseydi, doya doya resim yapardı; köyün her yerinin, kardeşinin, türlü türlü… suluboyayla, hem de on iki renk ve çeşit çeşit fırçalarla…

Öğretmenin “Gelecek haftadan itibaren resim derslerinde suluboya kullanacağız. Herkes suluboyasını getirsin.” demesinin üstünden dört hafta geçmişti, Selim’in hâlâ suluboyası yoktu. Annesine söyleyebildi öğretmenin suluboya istediğini. Annesi de “Babana söylerim, alır, meraklanma.” dedi. Çok sevinmişti, havalarda uçuyordu adeta; ama kısa süre sonra bu sevinç, yerini pişmanlığa bırakıp Selim’in yüzündeki gülücükleri de alarak birden kayboldu.

“Keşke söylemeseydim. Ya alamazsa, ya üzülürse...” diye üzüldü, uyku girmedi o gece gözüne. Ertesi sabah babası, kardeşinin tahlillerini, ilaçlarını almak için şehre gidecekti. Selim’e “Unutmazsam alırım oğlum.”dedi giderken. Selim utanma, sevinç ve pişmanlık arasında gitti geldi bütün gün.

Babası akşama doğru eve döndüğünde, Selim’in içi kıpır kıpırdı, fakat bir şey beklediğini belli etmemeye çalışıyordu. Hatta babası unutsaydı, kendisi hiçbir şey sormayacak, hatırlatmayacaktı.

Babası onu görür görmez “Hiç fırsatım olmadı.”dedi. “Acelesi yok.”diye karşılık verdi Selim de. Tavuklara yem vermeye devam ederken “Belki de parası kalmamıştır.” diye düşündü. “Babamı yoktan yere üzdüm.” diye de üzüldü gözlerindeki buğular damla olurken.

Selim, o hafta da resim dersinde pastel boyalarını kullandı. Sınıfta sadece Selim pastel boyalarla yapıyordu resmini. Selim’in üzüldüğünü fark eden öğretmeni onu teselli etmek istemiş; “Sen, pastellerle daha güzel resim yapıyorsun.” demişti. Oysa suluboyayla ne resimler yapacağını kimse bilmiyordu ki. Selim’in hayallerindeydi bu resimler… Suluboyayla… Çeşit çeşit fırçaları kardeşinin boş ilaç şişesindeki suya batırarak… Dağlar, köyün deresi, tarlalar, çayırlar, çoban, kardeşi… Küçük Mustafa neşeyle koşarken…

Hiç kimseye belli etmeyebilirdi de derdini, üzüntüsünü Selim, annesinden saklayamazdı. Babasının eli boş döndüğü günün gecesinde annesi, çocukların üstlerini, açılmışsa, örtmek için odaya girdi; Selim’in uyanık olduğunu hemen fark etti. Yatağının yanına oturdu, eğilip öptü yanağından. Mustafa’yı uyandırmamak için fısıltıyla:

-Sıkma canını. Bugün yarın Çerçi İsmail gelir. Varsa alırız. Haydi, uyu şimdi, dedi.

Diğer yanağından da öperek kalktı ve odadan çıktı.

Selim, yeniden; fakat bu defa pişmanlık duymadan sevindi. Çerçi İsmail bugün yarın gelirdi. Varsa alırdı. Hem ondan bir şey almak için illa da para gerekmiyordu. Para yerine yumurta da alıyordu.

Selim, sevinçten bir süre daha uyanık kaldı; birkaç hayal daha kurdu, sonra uykuya daldı, suluboyasıyla rüyalarını rengârenk boyadı.

Sabah olunca annesine “Çerçi gelirse suluboya almak için yumurta versem olur mu?” diye sordu. Annesinden “Neden olmasın yavrum?” cevabını aldığında sevincine diyecek yoktu. Bundan sonra suluboyayla resim yaptığını değil; çerçinin gelişini, kümesteki yumurtaları toplayışını ve yumurtaları vererek suluboyasını eline alışını hayal ediyordu. 

v  

Gerçekten de bugün yarın denebilecek kadar kısa bir sürede gelmişti çerçi. Selim, elinde yumurta sepeti, yüreği bir kuş gibi kıpır kıpır, meraklı gözlerle çeşmenin taşına oturmuş, çerçiyi bekliyordu.

Çerçi, köye girdi; atını durdurdu. Birkaç kadın kumaş, yazma, iplik gibi şeylere bakmaya başladılar. Kadınların alışverişi bitince Çerçi İsmail, atını sürdü, ağır ağır geliyordu. Bir yandan atını sürüyor, bir yandan da “Çerçi geldi, çerçi!” diye bağırıyor, müşteri topluyordu.

Selim, elinde yumurta sepeti, suluboya almak için çerçiyi bekliyordu. Bir an aklına çerçide suluboya olmayacağı ihtimali geldi. Bu çok kötü olurdu. Sipariş verince bir dahaki sefere getirirdi Çerçi İsmail, ama o zaman da okul kapanmış olurdu, neye yarardı ki…

Selim, başını iki yana sallayarak kafasındaki bu düşünceleri dağıtmaya çalıştı. Çeşmenin taşına oturmuş, elinde yumurta sepeti, suluboya almak için çerçiyi bekliyordu. Yumurtalar yetmezse komşudan ödünç alıp verebileceklerini söylemişti annesi, onun için rahattı. Yeter ki çerçide suluboya olsun, bir de on iki renklisi varsa…

Çerçi aşağı köşede yine durdu. Birkaç çocuk oyuncak, iki kadın birkaç naylon kap aldı. Çerçi hareket edince Selim oturduğu yerden doğruldu. Çerçi İsmail sepeti görünce, küçük müşterisinin önünde durdu.

—Bir şey mi alacaksın?

—Şey… Suluboya var mı?

—Yok, pastel boya var, kuru boya var; ama istersen gelecek sefere getiririm.

—Sağ olun, diyebildi Selim belli belirsiz bir sesle.

Çerçi atını sürdü, Selim geri döndü; elinde sepeti, eve doğru giderken cebinden çıkardığı küçük ilaç şişesini yolun kenarındaki otların içine attı.