16 Haziran 2022 Perşembe

ALLAH’IN VARLIĞI

Bizler bir varlık âleminde yaşıyoruz. Başta kendi varlığımızı ve sonra bizim dışımızdaki kâinatın nasıl var olduğunu araştırmak, öğrenmek, bilmek durumundayız. Her şeyi düşünen, her olayda bir anlam arayan, her hareketini bir amaç için yapan insanın; kendi varlığını ve içinde yaşadığı evrenin varlığını düşüncenin alanı dışına itmesi, agnostisizm adı altında kendisini körlük ve sağırlığa mahkûm etmesi bir çıkış yolu değil, bir kaçıştır.

Evren hep var mıydı, sonradan mı var oldu? Hep var idiyse bunun kanıtı nedir?Sonradan var olduysa nasıl var oldu? Bir Tanrı var mıdır, yok mudur? Bu ve benzeri soruların en doğru cevaplarına ulaşabilmek için akıl, mantık ve bilimsel düşünce yöntemlerini kullanarak öğrenmeye açık, ön yargısız bir şekilde araştırma, inceleme ve düşünme faaliyetine girişmek; kanıtların bizi götürdüğü sonucu kabullenmek gerekmektedir. “Sonuç ne çıkarsa çıksın, kim ne derse desin ben inanmayacağım.” veya bunun tam aksini söyleyen insanın ne düşünmesine ne de araştırmasına ihtiyaç vardır.

Allah’ın varlığını kabul etmeyen bir insan açısından böyle bir tavır neyi ifade eder, bilmiyorum; ancak inanan bir insanın böyle bir tavır ile birlikte inanma iddiası makbul değildir. Kur’an-ı Kerim Allah’ın varlığına ve birliğine, öldükten sonra dirilmenin hakikatine dair pek çok aklî delilleri zikredip dururken, akıl sahibi olmayı dinin muhatabı olmanın ilk şartı sayarken, düşünmeyi ibadet kabul edip teşvik ederken, herhangi bir inancı atalarından devralıp düşünüp taşınmadan ve tahkik etmeden kabul edenleri eleştirirken, aklını kullanmayanları yeryüzündeki canlıların en şerlileri olarak nitelerken bir Müslüman’ın hiçbir delile sahip olmadan, düşünmeden ve bilmeden Allah’a iman ettiğini söylemesi, onu iyi mü’min değil, cahil yapar.

Cahil insan, bilmeyen insan değildir; bilmek istemeyendir, bilmediğiyle mutlu olandır.” (Platon)

 

Yaratıcı Fikri

İnsanın tabiatında bir yaratıcıya, tanrıya inanma eğilimi vardır. Tarihin bilinen en eski devirlerinden günümüze kadar insanların büyük çoğunluğu, aşkın bir güce, bir ilaha inanmaktadır. Bu, insanın fıtratında var olan sevme, üzülme, beğenme, acıma duyguları gibi inkar edilmesi, sökülüp atılması mümkün olmayan bir duygudur.

 

Bilgi edinme

İnsan genel olarak beş duyu vasıtasıyla dış dünyadan veri toplar, sonra bu verileri akıl ve mantık süzgecinden geçirir, önceki bilgileriyle karşılaştırır, yorumlar ve bir sonuca ulaşır. Ulaşılan bu sonuca bilgi ya da fikir diyoruz.

Arkeolojide bir kısım kalıntı ve buluntulardan hareketle eski uygarlıklar hakkında bilgilere ulaşıyor, yargılarda bulunuyoruz. Sözgelimi çeşitli kazılarda elde edilen yapılar ve eserlere dayanarak MÖ 1600 - MÖ 1178 yılları arasında Anadolu’da hüküm sürmüş Hitit uygarlığından bahsediyor, onların yaşayışları, inançları ve medeniyetleri hakkında kesin yargılara ulaşıyoruz. Günümüzde birisi çıkıp da böyle bir medeniyetin yaşamamış olduğunu, o kalıntıların kendiliğinden oluşmuş tesadüf eserleri olup onları yapan veya kullanan birilerine delalet etmediğini söylese kişinin akılsız veya cahil olduğuna hükmedilir.

Geçmişte dinazorlar diye bir canlı türünün yaşamış olup bundan 66 milyon yıl önce yok olduklarına dair bilgilere ve inanca; son birkaç asır içinde bulunan bazı kemik parçalarına, fosillere dayanılarak ulaşılmaktadır.

 

Bilgiye ulaşmada beş duyunun rolü

Beş duyumuz, dış dünyayı algılamada bizim en önemli vasıtalarımızdır. Ancak beş duyumuz bilgiyi oluşturan değil, veri toplayan araçlardır. Duyularımızla edindiğimiz verileri akıl ve mantık süzgecinden geçirip geçerli bir sonuca ulaştıktan sonra bir fikir veya inanç elde ederiz.

Mesela mutfaktan gelen bir kokuyu burnumuz vasıtasıyla aldıktan sonra onun ne kokusu olduğunu önceki bilgilerimiz ve tecrübelerimizle karşılaştırdıktan sonra ocaktaki sütün taşmakta olduğu sonucuna ulaşırız.

 

Beş duyunun algılama alanı sınırlıdır

Göz ile görülemeyecek kadar küçük varlıkları mikroskopla görebiliyoruz, ancak bugünkü en gelişmiş mikroskobun bile gösteremediği varlıkların bulunma ihtimali çok kuvvetlidir. Çünkü şimdiki en gelişmiş mikroskopla ancak görebildiklerimizi öncekilerle göremiyorduk. Mikroskop teknolojisinde son noktaya dayandığımızı elbette iddia edemeyiz.  Aynı şekilde en gelişmiş teleskoplarla bile görmeye muvaffak olunamayan gök cisimlerinin varlığını biliyoruz. Teleskop teknolojisinde sona ulaşıldığını ve artık gördüğümüz evrenin ötesinde herhangi bir şeyin olmadığını belki hiçbir zaman söyleyemeyeceğiz.

Kulak belli frekans aralığındaki sesleri işitiyor. Karıncanın ayak sesini duyamadığımız gibi Dünya’nın dönüşü ile çıkan sesi de işitemiyoruz.

İnsanların duyu organları, birçok hayvandan daha zayıftır: Köpekler bizden daha iyi koku alır, daha iyi işitir.


Duyularımız bazen bizi yanıltır

Sağ elimizi sıcak su bulunan bir kaba, sol elimizi de soğuk su bulunan bir kaba sokup bir süre beklettikten sonra ikisini de aynı anda çıkarıp ılık su dolu bir kaba sokarsak sağ elimiz ılık suyu soğuk algılar, sol elimiz ise sıcak algılar.

Yarıya kadar su dolu bir bardağın içine koyduğumuz çay kaşığına baktığımızda kırık olduğunu zannedebiliriz.

Limonun resmi bile tat alma duyularımızı harekete geçirebilir. Kapı gıcırtısını kedi miyavlaması olarak algılayabiliriz.

O halde bizim, beş duyumuzu gerçeğin tek kriteri olarak kabul etmemiz; akıl, mantık ve bilimle bağdaşmaz.

 

Bir şeyin var oluşunun tek kanıtı beş duyudan biri ile algılanması değildir

Kaldı ki beş duyudan sadece biri ile algılanıp diğer dördüyle algılanamayan şeylerin varlığı hakkında tereddüt etmiyoruz. Sesleri gözümüzle, dilimizle, burnumuzla algılayamadığımız için varlığından şüphe etmiyoruz.

Işığı gözümüzle algılıyoruz, ama dilimizle, kulağımızla, burnumuzla, elimizle algılayamıyoruz.

Akılla algılanabilen varlıkları, duyu organlarıyla algılamaya çalışmak boşunadır. Beş duyu ile algılanamayıp akılla bilinen bir varlığın yokluğuna hükmetmek, aklı yok saymaktır.

Varlık âleminin beş duyu ile sınırlı olduğunu iddia edebilmek için hiçbir argümana sahip değiliz.

Beş duyunun sınırlarını aştığı halde varlığını bildiğimiz, kabul ettiğimiz nice şeyler var:

Ruhun varlığını kabul ederiz ama onu beş duyudan biriyle algılayamayız.

Aklı, düşünce ve duyguları (sevgi, öfke, üzüntü, korku vb.) beş duyudan hiçbiriyle algılayamayız; ama bunların varlığından şüphe bile etmeyiz.

Radyo, telefon sinyalleri bir alıcı tarafından ses ve görüntüye dönüştürülmedikçe beş duyuyla algılanamaz; fakat alıcı cihazın kapalı olması veya bulunmaması durumunda biz radyo dalgalarının yokluğuna hükmedemeyiz.

Mıknatısın çekim gücünü duyularımızla anlayamayız.

 

Allah’ın varlığını nasıl biliriz?

Yaşadığımız evrenin maddi bir varlığının bulunduğundan; gördüklerimizin, yiyip içtiklerimizin bir hayal mahsulü olmadığından, dahası kendi varlığımızın bir hakikat olduğundan şüphe duymayız. O halde varlığın nasıl meydana geldiği üzerinde düşünmemiz ve mantıklı ve tutarlı bir sonuca ulaşmamız gerekiyor.

 

Kâinatın varlığı için ihtimaller...

1. İhtimal: Hep vardı, sonradan olmadı.

Evrenin sürekli genişlediği günümüzde tespit edilmiştir. Bu sebeple evrenin bir başlangıcının bulunduğu ve bu durumda bir sonunun da olması gerektiğini evrimciler de kabul ediyorlar. O halde evren hep var değildi, sonradan var oldu.

Önceleri kâinatın bir başlangıcının olmadığını iddia eden ateistler, kozmolojik araştırmalar sonunda neredeyse kesinlik kazanan “büyük patlama” kuramından sonra bu düşüncelerinden vazgeçtiler, evrenin bir başlangıcı olduğunu kabul ettiler.

 

2. İhtimal: Sebepsiz olarak kendi kendine var olmuştur.

Hudûs delinin ana argümanının 1. öncülünün (Evren var olmaya başlamıştır.) bilimsel olarak doğrulanabiliyor olması, ateistlerin bu öncüle itiraz etmekten ziyade, 2. öncüle (Var olmaya başlayan her şeyin bir nedeni vardır.) itiraz etmesine neden olmuştur. Günümüz ateist felsefecilerinin hatırı sayılır kısmının, evrenin ezeli olduğunu iddia etmek yerine, evrenin nedensiz bir şekilde yokluktan ortaya çıktığını iddia ettiklerini görmekteyiz.[1]

Esasen neredeyse bütün iddialarını evrenin ezeli olduğu yönündeki düşünceye bina eden ateistlerin bütün iddiaları çökmüş kabul edilmelidir. Ancak varlık veya yokluğun hakikatini bilmekten ziyade, psikolojik veya ideolojik başka etkenlerle kendilerini Tanrı’nın varlığını reddetmek zorunda hisseden ateistler, kaybettikleri savaşı yıkılan kalelerinin taşları arkasına gizlenerek yok oluncaya kadar devam ettirmeye çalışmaktadırlar.

Kâinatta meydana gelen her olayın arkasında mutlaka bir sebebin bulunduğunu görmekteyiz, sebepsiz olarak kendiliğinden meydana gelen herhangi bir olaya rastlamış değiliz.

Bir tarlanın ortasında bir ceviz fidanın büyümüş olduğunu görsek ve bunun hiçbir sebep olmadan kendiliğinden bitmiş olduğunu söyleseler kabul etmeyiz ve mutlaka mantıklı bir açıklama bekleriz:

a. Oraya birisi o fidanı dikmiştir.

b. Kargalar oraya bir ceviz tanesi bırakmıştır.

Bir binanın kendiliğinden meydana geldiğini iddia etmek veya böyle bir iddiaya inanmak akıl ve mantık sahibi bir kimse için kabul edilebilir bir şey değildir.

Kâinat da sebeplere bağlı olarak meydana gelen varlıkların toplamıdır. Kâinatın da madem bir başlangıcı var, o halde onu var eden bir sebep de olmak zorundadır.

Kuantum Kuramında nedenler sonuçlarını zorunlu kılmaz, ancak her sonucun bir nedeni vardır.”[2] Tarlaya buğday tohumu ekmiş olmak, orada buğday bitmesini zorunlu kılmaz; ancak tarlada buğdayın bitmiş olması oraya tohumun ekilmiş olduğunu gösterir.

Kâinatta gördüğümüz her şey bir sonuçtur ve mutlaka bir sebebe muhtaçtır.

 

3. İhtimal: Bir kısım sebepler kâinatı var etmiştir.

"Dünyadaki herhangi bir varlığın sebebi, başka bir varlık olabilecektir. Bir şeyin varlığına sebep olan o varlığın da yine kendisinden önce başka bir sebebi bulunacaktır. Bu durumun bir süre böylece devam edip gitmesi mümkündür. Ancak bu kuralın sonsuza kadar devam etmesi imkânsızdır. Çünkü bir süre önce var olmayan, yani varlığının başı olan, var olduktan sonra da ölümüyle birlikte yok olan varlıkların sonsuza kadar birbirinin nedeni olması mümkün değildir."[3]

Domino taşları misalinde, yıkılan her bir taş bir sonraki taşın yıkılmasına sebep olur; bu sebeplilik son taşın yıkılmasına kadar devam eder. Ancak bu sebepliliği geçmişe doğru sonsuza götüremeyiz, mutlaka ilk taşı harekete geçiren bir elin varlığını kabul etmek zorundayız.

Bir kişinin varlığının sebebi olarak anne ve babasını düşünsek, anne babanın varlığının sebebi de kendi anne babaları olsa... bu sebepler zinciri geçmişe doğru sonsuza kadar gidemez. Çünkü evrenin bir başlangıcının olduğunu biliyoruz.

 

4. İhtimal: Tabiat yaratmıştır.

Tabiat, “en geniş tanımıyla doğal, fiziksel, maddi dünya ve aslında tüm evrendir. Doğa, fiziksel dünyanın olgusunu ve genel olarak yaşamı belirtmek için de kullanılır.”[4]

Tabiat dediğimiz şey, sonradan var olduğunu bildiğimiz ve nasıl var olduğu hakkında şu an fikir yürüttüğümüz evrenden başka bir şey değildir. Tabiatta bazı bilimsel kanunların bulunması onu yaratıcı konumuna getirmez. Tabiatın kendisi yaratılmıştır, yaratıcı olamaz. Tabiatta mevcut olan yasalar bazı varlık ve olayların sebebi olabilir. Ancak böyle bir sebepler silsilesinin bir başlangıcının olması gerektiğini yukarıda belirtmiştik. Biz ise ilk sebebin ne olduğunu bulmaya çalışıyoruz.

 

5. İhtimal: Bir yaratıcı tarafından yaratılmıştır.

Madem evrenin bir başlangıcı var, madem herhangi bir şeyin kendiliğinden ve tesadüfen, şuursuzca varlık sahnesine çıkması mümkün değil ve madem sonradan var olan varlıklar belli sebepler sonucu var olsa bile bu durum geçmişte sonsuza uzanamaz.

O halde mutlaka varlığı başka bir sebebe dayanmayan, var olmak için başka bir varlığa muhtaç bulunmayan, varlığının başlangıcı olmayan birinin var olması ve ilk sebebin, ilk maddenin onun tarafından bilinçli bir şekilde yoktan yaratılması zorunludur. Bu tanımdaki varlığa Tanrı / İlah diyoruz ve O kendisini “Allah” ismiyle bizlere tanıtıyor.

Evrenin varlığının en basit, sorunsuz, mantıklı; filozofların çoğunluğundan bütün peygamberlere, tarihin ilk devirlerinden günümüze kadar aklını kullanan ve ahlaklarıyla öne çıkan insanların çoğu tarafından kabul gören en güçlü açıklaması budur. Bunun dışındaki açıklamalar, sahipleri tarafından kanıtlanmış değildir.

Sonsuza giden sebeplerle evrenin oluştuğunu iddia edenler bunu kanıtlamakla mükelleftir. Evrenin kendiliğinden var olduğunu iddia edenler, evrende kendiliğinden var olan bazı canlı ve cansız varlıkların bulunduğunu gösterebilmelidirler.

 

İspat için bir delil bile yeterlidir. Bazı delillerin geçersiz olması ya da çürütülmesi bir tane sağlam delille ispatlanan şeyin varlığını ortadan kaldırmaz. Tıpkı sesin varlığını dört duyu organının inkâr edip sadece bir duyu organının ispat ettiği ve bu durum karşısında bizim, sesin %20 ihtimalle var olup %80 ihtimalle yok olduğunu söyleyemediğimiz gibi.

Bir kısım güvenilir ve uzman kişilerin ulaştığı gerçek, diğer kişiler için de kabul edilmesi gereken, yani imanı gerektiren bir durum arz eder.

Örneğin, bir virüsün varlığını bazı bilim adamları tespit ettikten sonra bilim insanı olsun veya olmasın virüsü görmemiş ya da görememiş olan milyonlarca insanın virüsün varlığını inkâr etmelerinin dikkate alınır bir tarafı yoktur.

Allah’ın varlığını delillerle ispat edip bildiren binlerce ilim adamı ve düşünürün, dahası tarihin tanıdığı en temiz ve güvenilir kişiler olan peygamberlerin haber vermelerinden sonra bazı insanların bu bilgiye ulaşamaması veya bunu kabul etmemesinin kayda değer tarafı yoktur.

Bir şeyin varlığını kanıtlamak için bir tane delil yeterlidir, ancak yokluğunu kanıtlamak o kadar kolay değildir. Eğer bu kural yanlış olsaydı hiçbir suçlunun suçu ispat edilemezdi. Bir kişinin hırsızlık yaptığına dair bir tane sağlam delil veya birkaç şahidin bulunması, o kişinin hırsızlık yaptığına şahitlik etmeyen milyonlarca insana tercih edilmektedir.

Allah’ın varlığına dair inananların getirdiği bir tane delile karşılık, ateistler yokluğunu ispatlayabilmek için bütün kâinatı elekten geçirmek zorundadır. Hatta inananların delillerinin hepsini çürütmek bile Allah’ın yok olduğunu ispatlamak manasına gelmez.

 



[1]Doko, Enis, Evren Kendi Kendine Ortaya Çıkmış Olabilir Mi, Din & Felsefe Araştırmaları Dergisi, Haziran 2021.

[2]Agm.

[3]Topaloğlu, Aydın, Ateizm Çıkmazı, DİB yay, Ankara 2019, s.122.

[4]https://tr.wikipedia.org, doğa.