Din: Akıl sahiplerini kendi arzuları ile bizzat hayırlara sevk eden ilahi nizam, Allah tarafından konulmuş ve insanları Allah’a ulaştıran bir yoldur.
“Din, akıl sahiplerini kendi iradeleriyle şimdiki halde (dünyada) salâha, gelecekte (âhirette) felâha sevkeden, Allah tarafından konulmuş bir kanundur.” (Tehânevî)
Bilim: En küçük atom altı parçacıklardan en büyük galaksi kümelerine kadar, fiziksel ve doğal dünyanın yapısını ve davranışlarını gözlem ve deney yoluyla sistematik bir şekilde inceleyen entelektüel ve pratik bir faaliyettir.
Din ile Bilim Çelişir mi?
Öncelikle din ve bilim arasında mukayese yapabilmek için her iki alanda da yetkin olmak gerekir.
"Dinsiz bilim topal, bilimsiz din kördür.” meşhur sözünün sahibi Albert Einstein’a göre din ile bilimin çatışması şöyle dursun, biri ötekisiz düşünülemez bile.
Din ile bilimin çeliştiği iddialarının temelinde, Orta Çağ Hristiyan dünyasında hayatın neredeyse her alanını ele geçirip kendi çıkarları için insanları baskı altına alan kilise ile özgür düşünen bilim adamları arasındaki tartışmalar yatmaktadır.
Putperest Roma İmparatorluğu, Hristiyanlığı resmî din olarak kabul ettikten sonra Kilise adamları Tevrat ve İncil üzerinde tahrifat yapmaya başladılar. Böylece Allah’ın Hz. İsa ile gönderdiği hak din bozuldu, pek çok hurafenin kaynağı haline geldi. Uzun yıllar insanları kendi hakimiyeti altında bulundurup kendisini hakikatin tek kaynağı olarak gören Kilise’nin karşısında pozitif bilimlerde ilerleyen, araştırmalar ve deneylerle bilimsel gerçekleri tespit eden bilim adamları ortaya çıkmaya başladı. Bu bilim adamlarının tespit ettikleri birçok bilimsel gerçek ile Kilise’nin dogmaları arasında zıtlıklar olduğu görüldü. Kendisini hakikatin tek ve tenkit kabul etmez kaynağı gören Kilise’nin bu gelişmelere tepkisi sert oldu. Kilise’nin dünya merkezli evren görüşüne rağmen Dünya’nın döndüğünü savunan Güneş merkezli evren görüşünü benimseyen İtalyan bilim adamı Galileo (1564-1642) engizisyon mahkemesinde yargılanıp hapse mahkum edilmiş, hayatının sonuna kadar ev hapsinde tutulmuştur. Halbuki Galileo; ateist değildi, dine karşı bir insan değildi, aksine iyi bir Hristiyan’dı. Kilisenin bu tavrından birçok bilim adamı nasibini almıştır.
Orta Çağ Avrupasında modern bilime emek veren bilim adamlarının çoğu, çalışmalarını dine karşı gerçekleştirmedikleri gibi kendileri de dinsiz değillerdi; onlar üzerinde baskı kurarak bilimsel gelişmelere engel olmaya çalışan Kilise de hakiki dinin temsilcisi değildi.
O günün Avrupasında hurafeleri din diye savunan Kilise’nin bilime aykırı olduğu, bilimsel gelişmelerin önünde engel olduğu doğrudur. Bilimle hurafe dini o gün de çelişiyordu, bugün de çelişir.
İslam ile Bilim İkiz Kardeştir
Orta Çağ Hristiyanlığının hakkı olan tenkitlerin transfer edilerek İslam’a yöneltilmeye çalışılması tam bir akıl tutulmasıdır. Çünkü bizatihi İslam, Hristiyanların inançlarını dalalet olarak nitelendirir, onların ellerinde bulunan Tevrat ve İncil’in tahrif edilmiş olduğunu, Allah’ın indirdiği kitaplar olmadığını bildirir:
يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه وَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه
“Onlar kelimelerin yerlerini değiştiriyorlar. Kendilerine bildirilenlerden (Tevrat) önemli bir kısmını da unuttular.” (Maide suresi 13. ayet)
وَمِنَ الَّذينَ قَالُوا اِنَّا نَصَارى اَخَذْنَا ميثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظاًّ مِمَّا ذُكِّرُوا بِه
“Biz Hristiyan’ız.’ diyenlerden de sağlam bir söz almıştık, ama onlar da kendilerine bildirilenlerden (İncil) önemli bir kısmını unuttular.” (Maide, 14)
İslam; bilimi Allah'ın kainatta yerleştirdiği kanunları tespit etmek, anlamak ve anlamlandırmak; böylece Allah'ın yaratmada ve idare etmedeki hikmetlerini ve kudretini keşfetmek için bir vasıta olarak görür ve teşvik eder.
Bilimin amacı dış dünyayı keşfetmektir. İslam bir adım ötesini ister: Bilim sayesinde insan dış dünyayı keşfederek Allahın kudretini kavramalı, kendi konumunu görmeli, Allah’a imanını kuvvetlendirmelidir.
Kur’an Bilime Teşvik Eder
Bilimin sermayesi akıl, deney, gözlem ve duyulardır. Din de aynı unsurlara dayanır; insanın düşünmesini, aklını kullanmasını ister.
اِنَّ في خَلْقِ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُولِي الْاَلْبَابِ ﴿آل عمران: ١٩٠﴾ اَلَّذينَ يَذْكُرُونَ اللهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ في خَلْقِ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هذَا بَاطِلاًۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿١٩١﴾ص
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âli İmrân, 190-191)
وَمِنْ ايَاتِه يُريكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَيُحْـي بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ في ذلِكَ لاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿الروم: ٢٤﴾ص
“Yine O’nun kanıtlarındandır ki, korku ve ümit vermek üzere size şimşeği gösteriyor, gökten su indirip ölümünün ardından yeryüzünü onunla canlandırıyor. Gerçekten bunda, aklını kullanan kimseler için ibretler vardır.” (Rum, 24)
اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ ﴿١٧﴾ وَاِلَى السَّمَاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ ﴿١٨﴾ وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ ﴿١٩﴾ وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ ﴿٢٠﴾ص
“Peki onlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı?” (Ğâşiye, 17-20)
فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَ ﴿٥﴾ خُلِقَ مِنْ مَاءٍ دَافِقٍ ﴿٦﴾ يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ ﴿٧﴾ص
“İnsan neyden yaratıldığına bir baksın. O, atılan bir sudan yaratıldı. O su, bel ve göğüs kafesi arasından çıkar.” (Târık, 5-7)
فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ اِلى طَعَامِه ﴿٢٤﴾ اَنَّا صَبَبْنَا الْمَاءَ صَبّا ﴿٢٥﴾ ثُمَّ شَقَقْنَا الْاَرْضَ شَقاًّ ﴿٢٦﴾ فَاَنْبَتْنَا فيهَا حَباًّ ﴿٢٧﴾ وَعِنَباً وَقَضْباً ﴿٢٨﴾ وَزَيْتُوناً وَنَخْلاًۙ ﴿٢٩﴾ وَحَدَائِقَ غُلْباًۙ ﴿٣٠﴾ وَفَاكِهَةً وَاَباًّۙ ﴿٣١﴾ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْ ﴿٣٢﴾ص
“İnsan yediğine bir bakıp düşünsün! Biz bolca su indirdik. Sonra toprağı uygun şekilde yardık. Oradan sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için ekinler, üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, gür ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.” (Abese, 24-32)
اَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعيدُهُ اِنَّ ذلِكَ عَلَى اللهِ يَسيرٌ ﴿العنكبوت: ١٩﴾ قُلْ سيرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللهُ يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الاخِرَةَ اِنَّ الله عَلى كُلِّ شَيْءٍ قَديرٌ ﴿٢٠﴾ص
“Peki onlar, Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra onu art arda sürdürdüğünü görmezler mi? Kuşkusuz bu, Allah için kolaydır. (Resulüm!) De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kâdirdir.” (Ankebut, 19-20)
Kur’an Bilenleri / İlim Adamlarını Över
هَلْ يَسْتَوِي الَّذينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذينَ لَا يَعْلَمُونَ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُولُوا الْاَلْبَابِ
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu! Doğrusu ancak akıl iz‘an sahipleri bunu anlar.” (Zümer, 9)
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
“İnsanlardan, binek hayvanlarından ve eti yenen hayvanlardan da farklı tür ve renklerde olanlar var. Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar. Şüphesiz Allah üstündür, çokça bağışlayıcıdır.” (Fâtır, 28)
Kur’an Bilime Yol Gösterir
Çocuklarını okumaya, öğrenmeye, bilimle uğraşmaya teşvik eden, onlara gerekli imkanları sağlayan, kendisinin bu tavsiyelerine kulak asmayıp cahilliği tercih eden çocuklarını azarlayan bir babanın, kendisi bilim adamı olmadığı için bilime karşı olduğu söylenebilir mi? Kur’an’ın bilime karşı durumu, böyle bir babanın durumundan farksızdır.
Kuran bir bilim kitabi değildir. O, Kıyamete kadar yeryüzüne gelecek tüm insanlara, tüm boyutlarıyla dünya hayatında ve sonsuz Ahiret hayatında mutlu olabilmenin yollarını gösteren bir kılavuz kitaptır. Bilime teşvik eder, bazı ipuçları verir, ama ayrıntıyı insanların araştırmasına bırakır. Bu yöntem (hazır bilgi vermeyip ipucu vererek araştırmaya teşvik etmek) bile Kur’an’ın araştırmaya, incelemeye, öğrenmeye; yani bilime verdiği önemi göstermeye yeter. Bilginin peşinde olmak, araştırmak; evrendeki mükemmel sistemlerin bilgisine peşin olarak sahip olmaktan daha kıymetlidir. Yani öğrenmekteki hareket, bilgideki durgunluktan daha önemli olduğunu öğretir Kur’an.
Bununla birlikte Kur’an bazı bilimsel gerçekleri açıkça ifade ederek, bazıları için ipuçları vererek bilimsel çalışma yapanlara yol gösterir. Birkaç misal verelim:
Dağların işlevi
اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَاداً ﴿النبأ: ٦﴾ وَالْجِبَالَ اَوْتَاداً ﴿٧﴾ص
“Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da (yeri dengede tutan) kazıklar yapmadık mı?” (Nebe’ 6-7)
خَلَقَ السَّموَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَاَلْقى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَميدَ بِكُمْ وَبَثَّ فيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَنْبَتْنَا فيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَريمٍ ﴿لقمان: ١٠﴾ص
“Allah, gökleri görebileceğiniz herhangi bir destek olmadan (duracak şekilde) yarattı, sizi dengede tutması için yere sağlam dağlar yerleştirdi, orada her türlü canlının çoğalmasını sağladı. Biz, gökten su indirip (bununla) yeryüzünde her türden faydalı bitkiler bitirdik.” (Lukman, 10)
Yukarıda sadece iki misal verdiğimiz Kur’an ayetlerinde dağların, yerküre üzerinde ağırlığıyla denge sağlama işlevine dikkat çekiliyor, ayrıca dağların adeta yere çakılmış bir kazık gibi olduğundan, yani yerin alt katmanlarına inen köklere sahip olduğundan bahsediliyor. Yedinci yüzyılda insanların sahip olmadıkları bu bilgileri bugünkü bilimin onayladığını şu bilgilerden anlıyoruz:
Yer kabuğunun kütleleri ve yoğunlukları birbirinden farklı büyük parçaları (blokları) arasındaki denge durumuna izostazi denir. Bu, ancak 1850’lerde anlaşılabilmiştir.
“İzostazi aynı zamanda, hafif maddelerden oluşmuş dağlık bölgelerin daha yoğun bir temel (substratum) üzerinde yüzmekte olduğunu ve dağların yükseklikleri ile orantılı derin "kökleri" bulunduğu gerçeğini de açıklar. Böylece yüksek dağlar, kuzey denizlerinde yüzen buzdağları gibidir; büyük ve derin kökleri yeraltında, küçük ve sivri tepeleri ise yer üstünde bulunur.” (Vikipedi)
Dağlar, magmada biriken enerjinin yeryüzüne atıldığı bacalardır.
Dağlar, dünya için depo işlevi görür. “Dünya'nın nehirlerinin çoğu dağlık kaynaklarca beslenir ve insanlığın yarısından fazlası su için dağlara bağımlıdır.” (Vikipedi)
Göğün 7 Katmanı, Ay’ın orada nur oluşu ve Güneş’in evrende ziya oluşu
اَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ الله سَبْعَ سَموَاتٍ طِبَاقاً ﴿نوح: ١٥﴾ وَجَعَلَ الْقَمَرَ فيهِنَّ نُوراً وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجاً ﴿١٦﴾ص
“Görmüyor musunuz Allah yedi göğü birbiriyle nasıl uyumlu yaratmıştır? Ayı o yedi gökte bir ışık, güneşi de ışık kaynağı yapmıştır.” (Nuh, 15-16)
Ayette bahsedilen “yedi gök” ifadesindeki yedi sayısının muayyen bir adedi değil çokluğu ifade ettiği yönünde yorumlar yapılmaktadır. Bu yorumları isabetli olarak kabul edebiliriz, üstelik bu tür ifadelerin çokluk bildirmek için kullanımı Arap diline has da değildir. Bu durumda ayet; göğün, daha somut ifadeyle atmosferin -çünkü ayette yedi göğün, Ay’ın aydınlattığı alanda yer aldığı ifade ediliyor- tek bir yapıya sahip olmayıp farklı katmanlardan oluştuğunu anlatmış olur. Yani altı katman da olsa yedi ya da daha fazla katman da olsa Kur’an’ın ifadesi doğrudur. Bugünkü bilimsel verilerle baktığımızda atmosferin altı veya yedi katmanından bahsedildiğini görürüz. Bu sayılar Kur’an’daki hakikat ile uyum içindedir.
Bilime göre Atmosfer’in altı temel, bir de ara katmanı vardır:
1. Troposfer:
Troposfer, Dünya'da nerede olduğunuza bağlı olarak 8 ile 14 kilometre arasında bir kalınlığa sahiptir. Kuzey ve Güney Kutbu'nda en incedir.
Bu katmanda soluduğumuz hava ve gökyüzündeki bulutlar bulunur.
2. Stratosfer:
Bu katman 35 kilometre kalınlığındadır. Stratosfer, çok önemli ozon tabakasının bulunduğu yerdir. Ozon tabakası bizi Güneş’ten gelen ultraviyole ışınlarından (UV) korumaya yardımcı olur. Aslında ozon tabakası, Güneş’in bize gönderdiği UV ışınların çoğunu emer. Yaşam, bu koruma katmanı olmadan mümkün olmazdı.
3. Mezosfer
Mezosfer, termosfer ile stratosfer arasında yer alır. "Mezo" orta anlamına gelir ve bu tüm gazların karıştığı en yüksek katmandır. Mezosfer 35 kilometre kalınlığındadır. Hava incedir, bu yüzden mezosferde nefes alamazsınız. Ancak bu katmanda, termosferde olduğundan daha fazla gaz vardır.
Atmosferimize giren meteorlar mezosferde yanar. Ekzosfer ve termosfer katmanlarda fazla hava olmadığı için meteorlar çok fazla sorun yaşamadan bu katmanlardan geçerler. Ancak mezosfere çarptıklarında sürtünmeye ve ısı oluşturmaya yetecek kadar gaz vardır.
4. Termosfer
"Termo" ısı anlamına gelir ve bu katmandaki sıcaklık 2000 dereceye kadar ulaşabilir. Yine de termosferde vakit geçirecek olsaydınız çok soğuk hissederdiniz çünkü bu katman ısıyı size iletecek yeterli gaz molekülüne sahip değildir. Bu aynı zamanda ses dalgalarının geçmesi için de yeterli molekül olmadığı anlamına gelir. Dünya atmosferinin bu katmanı yaklaşık 513 kilometre kalınlığındadır. Atmosferin iç katmanlarından çok daha kalındır, ancak ekzosfer kadar kalın değildir. Termosfer, Dünya'nın etrafında dolanan Uluslararası Uzay İstasyonuna ev sahipliği yapmaktadır. Burası aynı zamanda düşük Dünya yörüngesindeki uyduları bulacağınız yerdir.
5. İyonosfer
İyonosfer ilginç bir katmandır. Mezosfer, termosfer ve ekzosfer ile örtüştüğü yerler vardır. Atmosferin çok aktif bir parçasıdır ve güneşten aldığı enerjiye bağlı olarak büyür ve küçülür. Adı, bu katmanlardaki gazların Güneş’ten gelen ışınımlar tarafından uyarılması ile oluşmuş elektrik yükü olan iyonlardan gelmektedir. İyonosferin parçaları, Dünya'nın manyetosferi ile örtüşür. Bu, Dünya'nın etrafındaki yüklü parçacıkların Dünya'nın manyetik alanını hissettiği alandır. İyonosferde, yüklü parçacıklar hem Dünya'nın hem de Güneş’in manyetik alanlarından etkilenir. Auroraların gerçekleştiği yer burasıdır. Bunlar, bazen Dünya'nın kutup bölgelerine yakın yerlerde görünen parlak, güzel ışık şeritleridir. Güneş’ten gelen yüksek enerjili parçacıkların atmosferimizin bu katmanındaki atomlarla etkileşime girmesinden kaynaklanır.
Manyetosfer, iyonosferin üzerindeki alandır ve uzaya doğru binlerce kilometre uzanır. Manyetosfer, Dünya'yı, Güneş rüzgarlarından gelen zararlı yüklü parçacıklardan ve kozmik ışınlardan korur. Bu zararlı ışımalar normalde Dünya'yı zararlı ultraviyole ışınlardan koruyan ozon tabakasını da içinde bulunduran, atmosferin üst tabakasını yok edebilecek kadar zararlıdır. (Vikipedi)
Bu katmana “mıknatısküre” ya da “çekimküre” de denilmektedir. Yeryüzü yoğun bir radyasyon alanıyla kaplı olup bu radyasyon alanına Van Allen Alanı adı verilmektedir. Van Allen alanı iki kuşağa bölünmüştür ve Dünya'yı tümüyle çevrelemez. (Vikipedi)
6. Ekzosfer
Ekzosfer, atmosferimizin en dış tabakasıdır. Bu katman atmosferin geri kalanını uzaydan ayırır. Yaklaşık 10.000 kilometre kalınlığındadır. Neredeyse Dünya'nın kendisi kadar geniştir. Ekzosfer, hidrojen ve helyum gibi gazlara sahiptir fakat bunlar çok yayılmışlardır. Arada çok fazla boşluk vardır. Nefes alacak hava yoktur ve çok soğuktur.
Ay ve Güneş’in ışığı
Nuh suresindeki yukarıdaki ayette Ay’ın ışığı ile Güneş’in ışığı arasında bir ayrım yapıldığını gördük. Ay’dan “nur” diye bahsedilirken Güneş’ten “sirâc” diye bahsedildi. Arap dilinde “sirâc” kelimesi “yağla beslenen fitilin tutuşturulması ile etrafı aydınlatan ışık kaynakları” kastedilirken “nur” kelimesiyle sadece “bir yerden yayılıp görmeye yardım eden ışık” kastedilir. (Bkz. El-Müfredat, Rağıb el-İsfehani, Mektebetü Nazar Mustafa el-Baz, سرج ve نور maddeleri, s. 303, 658 )
Kur’an’ın indiği dönemde bilinmesi pek mümkün gözükmeyen Ay’ın ışık kaynağı olmadığını, en azından Ay ışığı ile Güneş ışığı arasında yapısal bir farkın bulunduğunu açıkça belirten bu ayet, Ay’ın aydınlığı ve Güneş’in aydınlatıcılığı altında yaşayan insanları gök cisimlerini araştırmaya sevk etmektedir.
“Ayın dünyaya gönderdiği ışığın esası güneş ışığıdır; güneşten aldığı ışığı çok kötü bir ayna gibi yansıtır ve yeryüzüne kadar gelen ışık ay üzerinden yansıyan güneş ışığının ancak % 7’sidir. Ay gökyüzünde ince bir hilâl şeklinde gözlendiği zaman tamamen karanlık görülmesi icap eden kısmın çok zayıf da olsa bir ışıkla aydınlanmış olduğu sezilir. Kendisi bizzat ışık vermediğine göre bu ışık güneşin yere gönderdiği ve yerin ay üzerine yansıttığı ışıktan başka bir şey değildir. İslâm astronomlarının meşgul oldukları ay ile ilgili konulardan biri de güneşe bağlı olarak gözlenen ay ışığıdır. Bu konu ile özellikle XI. yüzyılın tanınmış bilim adamlarından İbnü’l-Heysem (ö. 1039) ilgilenmiş ve bulduğu sonuçları Fî Ḍavʾi’l-ḳamer (Haydarâbâd 1357, Mecmûʿu’r-resâʾil’i içinde) adlı eserinde açıklamıştır. Bu risâle sahasının en önemli eserlerinden biridir ve bütün Orta Çağ boyunca büyük ilgi görmüştür.” (DİA, “Ay” Muammer Dizer)
Evrenin Genişlemesi
وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ ﴿الذاريات: ٤٧﴾ص
“Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz genişletmekteyiz.” (Zâriyat, 47)
1929’da Amerikalı Astronom Edwin Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştığını keşfetti. Her şeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli genişleyen bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı. Böylece Kur’an’ın bir ayeti daha bilim tarafından keşfedildi.
Korunmuş Tavan
وَجَعَلْنَا السَّمَاء سَقْفًا مَّحْفُوظًا وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ (الأنبياء : 32)
“Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise, gökyüzünün işaretlerine sırt çevirmektedirler.” (Enbiya, 32)
“Dünya’nın atmosferi bizi sıcak tutar, nefes almamız için oksijen verir ve aynı zamanda yağmur, kar gibi hava olaylarının gerçekleştiği yerdir.
Atmosfer, gezegenimizi bir portakal kabuğu gibi çevreler. Ama her yerde aynı değildir. Farklı niteliklere sahip değişik katmanları vardır.” (https://tua.gov.tr/tr/blog/dunya/dunya-nin-atmosferi-ve-katmanlari)
Atmosfer, yer küreyi güneşten gelen zararlı ışınlardan, uzaydan gelen meteorlardan korumaktadır.
Anne Sütü
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَ (البقرة : 233)
“Emzirmeyi tamamlamak isteyen için analar çocuklarını tam iki yıl emzirirler.” (Bakara, 233)
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ (لقمان: 14)
“Biz insana anne babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi, güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun için (ey insan), hem bana hem anne babana minnet duymalısın; sonunda dönüş yalnız banadır.” (Lukman, 14)
Anne sütünün önemi günümüzde iyice anlaşılmıştır. Tıp uzmanları bebeklerin ilk 6 ay sadece anne sütüyle beslenmesinin çocuğun sağlığı üzerinde çok önemli olumlu etkilerinin olduğunu belirtmektedirler. Altıncı aydan sonra ek gıdalar verilmekle birlikte çocuğun iki yaşına kadar emzirilmesinin hem çocuk hem de annenin biyolojik ve psikolojik sağlığı bakımından önemli olduğunu belirten sağlık uzmanları, iki yaşından sonra da emmeye devam eden çocuklarda bazı sorunlara yol açabileceğini ifade etmektedirler. Kur’an’ın birden fazla ayetiyle emzirme için süre belirttiğini yukarıda gördük.
“2 yaşından sonra emzirme bebeğin süt dişlerinin aşınmasına ve bebekte yeme, çiğneme gibi sıkıntılara sebep olabiliyor. Bebeğin anneye olması gerekenden fazla bağımlı olmasına sebep olabilir. Bu durum ise bebeğin ileride karakterinin oluşmasını ve bebeğin becerilerinin gelişmesini olumsuz etkileyebiliyor.” (Beyza Uyan, Beslenme ve Diyet Uzmanı, bebek.com; https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/uzun-sureli-emzirme)
Son söz
İslam dışındaki dinlerle bilim çelişebilir; çünkü bu dinler, ya bir zamanlar Allah tarafından gönderilmiş hakiki dinler iken sonraları insanlar tarafından tahrif edilerek saflığını kaybetmiş veya tamamen insanlar tarafından geliştirilmiş inanç sistemleridir. Böyle inanç sistemlerinin içinde hurafe ve batıl inançların bulunması kaçınılmazdır ve bunlar bilimsel gerçeklere ters düşebilir. Ancak İslam, Allah’ın yeryüzüne gönderdiği son dindir, onun kutsal kitabı tahriften korunarak bugüne kadar gelmiştir.
Tefekkür etmeyi ibadet kabul eden İslam’ın kutsal kitabı Kur’an; pek çok ayetiyle düşünmeyi, araştırmayı; evrendeki varlıkları, olayları ve kanunları incelemeyi emretmekte; aklını kullanmayanları hayvanlara benzeterek aşağılamaktayken İslam özelinde dinin bilime karşı olduğunu iddia etmek, bilimsel düşünceyle taban tabana zıt olan ön yargıdan başka bir şey değildir.
Kur’an bilimi teşvik etmekle de kalmamış, on dört asır önce Arap yarımadasında yaşayan ilk muhataplarının yadırgamayacakları, o günün bilgi birikimiyle yüzeysel de olsa anlaşılabilecek bazı bilimsel gerçeklere temas da etmiştir. Teori seviyesini aşıp kesinlik kazanmış hiçbir bilimsel gelişme ile Kur’an arasında çelişki bulunamaz. Eğer çelişki var gibi gözükürse ya bilimsel sonuçta hata vardır, araştırılmaya devam edilmelidir ya da Kur’an ayeti yanlış anlaşılmaktadır. Çünkü evrendeki kanunlar Allah’ın birer ayetidir, tıpkı Kur’an ayetleri gibi.
Kur’an bir bilim kitabı değildir. O; inanç, ibadet, ahlak, öğütler, psikolojik ve sosyolojik ilkeler, geçmiş milletlerin ibretli haberleri; erdemli bireyler, huzurlu aileler ve toplumlar inşa etmek için gerekli olan prensipleri ihtiva eden bir hayat rehberidir.
Hal böyleyken İslam’dan nefret eden, Kur’an’ı belki tercümelerinden okumuş veya okumamış olan, onun orijinal dilinin tamamen cahili olup meseleye sırf ön yargıyla, hatta düşmanlıkla yaklaştığı halde kendisini bilim insanı zanneden kimi zevatın, bilimin dibine kadar inmiş ve Kur’an’ı da çok iyi biliyormuş gibi İslam ile bilimi kıyaslamaya kalkmalarının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Ve Müslümanların geri kalmasının sebebini İslam’da aramak da beyhudedir. Çünkü bugünkü Müslümanlar; asırlardan beri sadece adları Müslüman olanların kötü birer taklitçisidir, ne bilgi kaynakları ne eğitimleri ne ahlakları İslam kaynaklarından beslenmemektedir. Hele ülkemizin her alanda geri kalmasının faturasını İslam’a kesmeye çalışmak tam bir pişkinliktir, zira en az bir asırdan beri bu topraklarda İslam yoktur. Okullar laik, üniversiteler laik, basın yayın organları dinsiz, ekonomi laik, edebiyat ve sanat dinsiz, bilim insanları dinsiz olarak çalışıp durduğu halde hiçbir olumlu gelişme elde edememişlerdir. Ve sanki her alanda İslam hakimmiş de bu yüzden geri kalmışız gibi kendi başarısızlıklarını İslam’ın suçu gibi lanse etmeye çalışanlar, hem tembel ve başarısız hem de iftiracıdırlar.