23 Haziran 2022 Perşembe

ÖN YARGI

Dolmuşta yanımda oturan yaşı elliye varmamış gözüken bir adam... Evi barkı terk etmiş, -ifadesine göre- ayak bastığı her yerde hakkı yendiği için terk etmek zorunda kalmış; önüne hangi şehir gelir, aklına neresi düşerse otostop çekerek gezip duruyor. 

Bir gün bir yerde bir grup insanın konuşurlarken birbirlerine "kurban" diye hitap ettiklerini işitiyor. O buna "kurban" diyor, bu şuna "kurban"... Niçin böyle konuştuklarını soruyor. Diyorlar ki "Bizim bağlı olduğumuz bir Allah dostu var, bir veli. Biz birbirimize böyle hitap ederiz." 

"Hayatta mı bu zat." diye sordum, "Hayatta." dediler. 

Adam anlatmaya devam etti, dinledim: 

Yerini yurdunu öğrendim. Hemen yola koyuldum, dergâha vardım. Büyük bir kalabalığın arasındayım. Biraz sonra kalabalık ikiye ayrıldı, aralarında bir koridor oluştu. Yaşlı bir zat ağır ağır koridorda geliyor. Üstünde uzun bir cübbe, başı sarıklı, elinde âsâ... Herkes başını yere eğmiş durumda, bense başım dik, adamın yüzüne bakıyorum gözlerimi hiç ayırmadan. Adam benim önüme gelince bana ayaklarımın altından bir ürperti geldi, saçlarıma kadar bütün vücudum titredi. Hayatımda hiç böyle bir şey yaşamamıştım.

Bunları üç aşağı beş yukarı aynı kelimelerle anlattıktan sonra hissettiği ürpertinin sebebini bana sordu. 

Senin içine ilahi bir feyiz akmış, Allah dostundan senin kalbine bir nur ulaşmış.... gibi açıklamalar yapsam hoşuna gidecek. Hiç öyle bir şey söylemedim. Gün cumaydı ve bir yarım saat önce sıkıntılarını anlatırken cuma namazını kılmadığını, çünkü içinden gelmediğini söyleyen, ara sıra camilere uğrayan, bunu da -Allah bilir- vermeyi ibadet bilenlerin inançlarıyla gününü, hiç olmazsa birkaç saatini veya bir paket sigarasını kurtarabilmek için yapan bu zatın keramet hikayelerinde itibar edilecek bir taraf olamazdı. 

Ön yargı, dedim. Aşırı bir beklentiye girdiğin için etkilenmişsin, psikolojik bir durum. İzahım hoşuna gitmedi, konu kapandı.  

Yirmi beş yıl kadar önce üniversite öğrencisiyken bir komşumuzun, okuduğum şehirde oturan yakın bir akrabasına selamını iletmek için evlerine gitmiştim. O vakit kırklı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim evin oğlu, sohbeti şeyhine getirmiş, şeyhinin mübarekliğini, kerametlerini gözleri ışıl ışıl, aşkla şevkle öyle anlatmıştı ki büyülenmiş sanırdınız. Dinlerken ben de etkilenmiştim. Bana mübarek'in bir fotoğrafını göstermek istedi. Gitti getirdi, ben de hikâyeye kendimi nasıl kaptırdıysam fotoğrafı elime alınca ürperdim, gözlerim yaşardı. Bana hediye ettiği, yıllarca kitap arasında sakladıktan sonra bu tür büyülerin etkisinden kurtulduktan sonra yırtıp attığım fotoğrafta bir Allah dostu (?) duruyordu. Elinde bastonu, uzun beyaz sakallı, sarıklı cübbeli bir zat... Bir binanın kapısından içeriye girdiği sırada habersizce çekilmiş fotoğrafta sıra dışı hiçbir şey yok. Onun benzeri yaşlı dedelere her gün defalarca rastlıyorum belki. 

O halde beni ve dolmuştaki adamı ürperten şey ne idi?

Ön yargı...

İnsanların herhangi bir varlık ya da durum karşısında verecekleri tepkileri, zihinlerine önceden kaydedilen bilgiler belirler. Bu bilgileri ya bizzat kendimiz tecrübelerimizle edinmişizdir veya dışarıdan öğrenmişizdir. Bir kedi resmi görünce korkmayız, ama bir yılan resmi görünce ürpeririz; çünkü kediye karşı olumlu, yılana karşı olumsuz ön yargılara sahibizdir. Küçükken bir kedi tarafından tırmalandığı için kedilere karşı olumsuz ön yargı edinmiş bir kimse ise kedinin resminden ürperebilir ve bir yılan avcısı yılanın resmine soğukkanlılıkla bakabilir.

Buda heykeli karşısında bir Budist vecd ile ürperirken bin Müslüman tiksintiden ürperebilir. 

Söz cambazları var, çoğu mektep kitap görmemiştir ama psikolojiyi iyi bilirler, belki de kalplerine bir fısıldayıcının fısıldadıklarını konuşurlar. Önce sizi küçültürler. Elinizden tutar, sizi cüce görünümüne getirinceye kadar çukura indirirler. Kendilerini de katarlar güya işin içine seyahatin başarısı için: Bizler günahkârız, hatalarımız çok, isyanlarımız büyük. Allah'a layıkıyla ibadet edemiyoruz. Cennet ucuz değil, cehennemden kurtuluş kolay değil. Küçül, küçül, küçül...

Sonra öteki kulu büyütürler: Bu zamanda yaşayan bir Allah dostu, bir veli... Senin kalbinden geçenleri bilen kerametler sahibi... Üçler, yediler, kırklardan... Allah katında mevki sahibi, eteğinden tutunanları cehennemden çıkarıp cennete koyacak bir şefaatçi... Deryada yürür, semada uçar... Büyüsün, büyüsün, büyüsün...

Günün birinde bir zat, Hz. Peygamber'in huzuruna girdi. Medine dönemi ve Hz. Peygamber, aynı zamanda bir devlet başkanı. Titremeye başladı.

Hz. Peygamber buyurdular ki "Korkma, ben bir kral değilim. Ben Kureyş kabilesinden kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum." Ben de senin gibi bir insanım, Allah'ın bir kuluyum. Beni gözünde büyütüp kendini de küçültme, demek istiyordu. 

"Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı övdükleri gibi beni övmeyin. Ben sadece bir kulum. Siz benim için Allah'ın kulu ve Rasülü deyin." uyarısı da yine Kainatın Efendisi'ne aittir.

O nerede, bu nerede?

Ve görme vakti.... Kendi cüceliğine, ötekinin devliğine iyice iman ettiğin vakit...

Görünce ürperirsin... Ön yargının meyvesi...

Ötekini gözünde büyüte büyüte dev haline getirdiğin halde kendin cüce olamazsan eğer görüşme vaktinde büyü bozulur, "Bu muymuş?" dersin. "Adam daha fatihayı hatasız okuyamıyor." Cüce olabilseydin "Bu, Peygamber'den alınıp herkesin unuttuğu, yeryüzünde bu mübarekten başka bileni kalmamış olan bir kıraat şeklidir." diye inanacaktın.

Cüceleştirilmişsen eğer onu gözleri kapalı, başı önüne düşmüş halde görünce manevi alemlerle irtibat halinde olduğunu düşünürsün; ama akıl kaydından kurtulamamışsan "Bu adam uyuyor." dersin.

Özetle, karşılaştığımız bir şahıs veya duruma dair aşırı olumlu ön yargıların muhtemel üç sonucu vardır:

1. Ruh kuvveti zayıf, cehaleti kavî olanlar kerametlerle (!) ürperir, âlemin hata dediğinde hikmet ararlar. 

2. Aklı fikri yerinde olduğu halde hakikatin ön yargılarına uygun olduğunu görenler memnun olur, takdir ederler.

3.   Aklı fikri yerinde olduğu halde hakikatin ön yargılarındaki beklentinin altında olduğunu görenler hayal kırıklığına uğrar, "Dedikleri kadar değilmiş." derler. Derler, ama cücenin devliğinden geçinenler konuşmaya devam eder: 

"Sen işin kabuğundasın, özüne vâkıf değilsin. Sen kafa gözünle bakıyorsun, o mübarek kalp gözüyle bakıyor. Siz sadece zahiri biliyorsunuz, bâtını ancak veliler bilir. Bu, vehbî ilimdir; kesbî değil..." Argüman çok. Yahu adamın doğru dürüst bir şey anlattığı yok.

"Onun susması bile hikmettir. Hâl iledir, kâl ile olmaz. Mübarek'in yüzüne bakmak bile yeter, söze gerek yok."