9 Haziran 2013 Pazar

ALLAH İLE ALDATMAK

İlahiyat Profesörü Yaşar Nuri Öztürk, ilahiyatımızı ciddi manada sarsan kişilerden biri. 
Akidelerimizi sarsıcı konuşmalarıyla sık sık televizyonlarda boy gösteriyor. Kendince fikirleri var 1400 yıllık cumhurun fikirleriyle örtüşmeyen.

Dindarlar (Öztürk'ün deyimiyle dinciler) genellikle ona itiraz eder, kimileri tekfir eder. Buna karşın kimi sosyete kesimi ve dinde laubali kitleler ise mezhep imamı edinmiştir onu.
Kendisine sorulan -neredeyse- her sorunun cevabını daha önceden kitaplarında yazmıştır. Kitaplarını okumaya davet eder.

Ben de okuyayım dedim. Hiç olmazsa bir tane kitabını okuyayım da hazret hakkında hüküm verirken eserinden referans alabileyim.

Bazı kitapları çok ilginç:
Din Maskeli Allah Düşmanlığı Şirk
Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış
Kur'an Verileri Açısından Laiklik
Hallac-ı Mansur: Darağacında Miraç
İnsanlığı Kemiren İhanet Dincilik
Anadilde İbadet Meselesi Çiğnenen Bir Kitlesel Hakkın Savunulması

Bir ilahiyatçının değil de dine karşı bir siyasetçinin kaleminden çıkmış gibi. Gerçi kendilerinin siyasete de bulaşmışlıkları var ama yine de insan bir ilim adamından ilim beklemeden edemiyor.

Sözün özü: "Türkiye'yi Kemiren İhanet: Allah ile Aldatmak" adlı kitabını okudum. Genelde aynı düşünceyi tekrarlayıp duruyor. Özeti: BOP, AB, ABD, AKP, RTE, takkeliler, sakallılar, dinliler kötü; Atatürk, laiklik, ulusalcılık, sosyal demokrasi, TSK iyi.

Referansları genelde Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet ve Yeniçağ gazeteleri...

Saygı duyarım. Benim inandıklarıma inanmak zorunda değil. 

Kitabı sonuna kadar ve dikkatle okudum. İkinci bir kitabını da okumam. Çünkü bu adam, Allah'ın Hz Muhammed ile gönderdiği dine değil, kendi sapık yorumlarına din diye inanıyor. Allah fırsat vermesin. 

 Kitaptan bazı bölümleri eleştirmeliyim ki Yaşar Nuri hakkındaki hükmüm iyice pekişsin:

Yaşar Nuri Öztürk, yeryüzünde mescid/cami yapımına ve bu ibadethanelerimizin sayılarının hızla artışından rahatsızlık duymaktadır. Camilerde görev yapan din adamları, camiye gitmeyenlerden de alınan  paralardan maaş aldıkları için bu camiler mescid-i dırar oluyormuş.

Ülkenin namussuzları, darbecileri, katilleri, hırsızları benim verdiğim vergileri zıkkımlanıyor, sorun yok.
Dinimize söven bir sürü yazar-çizer maaşını bu ülkenin Müslüman halkının cebinden alıyor, sorun yok.
Hasta değilim, doktorun maaşı niye benden alınıyor?
550 tane vekilin maaşı niye benden alınıyor?
Köyde yaşıyorum. Şehirlerdeki belediye çalışanlarının maaşları neden benden alınıyor?
İmamın, müezzinin üç kuruşluk maaşı niye birilerine batıyor?
Derdiniz adalet mi, dinsizlik mi?

Hem camileri halk yapıyor efendi. Bir yerde müteahhitler apartman dikerken halk da cami yükseltmeye çalışıyor. İçinde bir tuğlanız mı var ki gocunuyorsunuz?
İmamın maaşı zorunuza gidiyor demek... Kimi ...lara devlet sanatçısı adı altında dünyanın parası peşkeş çekilirken sesiniz çıkmıyor...
  


*****
Bankaların verdiği faizi de böylece helal kılıyor Y. Nuri Öztürk. Faize direkt helal demeye dili varmıyor demek ki bankaların faizini faiz sınırlarının dışına çıkarmakla yetiniyor.

Bankalar, hesap sahiplerine fazladan verdikleri paraları nereden kazanıp da veriyorlar acaba? Kur'an'ın yasakladığı faiz borç almak zorunda kalanların zenginlere ezdirilmesini önlemek içinmiş. Bankaların yaptığı bundan farklı mı? Kredi almak zorunda kalanlara bindirdikleri faizin bir kısmını para sahiplerine veriyor olmalarında hiçbir zulüm yok yanı değil mi? Faiz işinde eskiden banka yoktu arada, şimdi fukara hem para sahibi kodamanlara faiz ödüyor hem de bankaya pay veriyor.  Faize faide demek şeytanın aklına gelmiş miydi acaba?




*****
Nerede bir Müslüman demokratik bir hak ve Cumhuriyet'in gereği olarak siyasete girse, yönetilen derekesinden yönetici derecesine çıkmaya niyetlense bunlar hep aynı yaftayı yapıştırırlar: Dini siyasete alet ediyor. Çünkü yönetim koltukları onların popoları için icat edilmiştir. Müslümanlar hep güdülen olmalıdır. Ya da siyasete girdiysen -ki girmeden önce Müslümansa adam sonra irtidat da etse yaranamaz onlara- Allah'ı, dini, imanı unutacaksın. Niye mi? Çünkü girdiğin alanda geçerli din, laikliktir.

İslam'ı siyasete alet etmenin en iğrenci onu sosyal demokrasi ile eş tutmaktır. 


*****
Keşke sosyal demokrasiyi aklamaya gösterdiği çabanın zekatı kadar İslam'ı anlamaya çalışsaydı... Hukuk ve refah devletinin olmazsa olmazı Allah'ın dini ve Kur'an'daki hayat düsturları değil de sosyal demokrasi öyle mi? Yazık ki profesör yapmışlar, yazık ki ilahiyatçı demişler...
Sosyal demokrasi tanımına bak: İyi niyetli kapitalizm ile iyi niyetli sosyalizmin evliliğinden doğan şey... İki zinakarın aşkından doğan p...

*****
Türban (bir metre bez) 30 yıldır ayaklarına dolaşıyormuş. Madem sosyal demokratsınız... Şimdi siz inançlara, düşüncelere de saygılısınızdır. Şekilci de değilsinizdir. Serbest bırakıverin o bir metre bezi olsun bitsin. Dinsizler bu kadar huylandığına göre türban bir dini semboldür. Ve özgürlüğü için Müslümanlar cehd etmelidir.

CHP'den milletvekili adayı, sonra milletvekili olan YNÖ sosyal demokrasiyi Hz Peygamberle neden irtibatlandırır? Ve bu çaba dini kendi siyasetlerine alet etmek, yani Allah'la aldatmak (kitabın ana düşüncesi) değil de nedir?

Ve bir ilahiyat profesörünün kutsal metni: T.C. Anayasası...
Amentüsü: demokrasi, laiklik...


*****
Atatürk'ü sevebilir bir insan, kimse de kınayamaz. Ama kalkıp da Atatürk'ü neredeyse din alimi, müçtehid konumuna zorlamanın da bir anlamı yok. Atatürk dine mesafeli durmuştur. İnsanların dinine belki karışmamıştır ama gerçek din adamlarına ve bütün din müesseselerine o dönemlerde yapılan zulümler de biliniyor. Tek doğru siz misiniz acaba? Öyle olsa bile sosyal demokrasi ve laikliğinize imanınızın gereği olarak o insanların inaçlarına saygılı olmalı değil miydiniz? İnancı tekke kurup hurafe etrafında dönmeyi gerektiriyorsa bir laik tavrı takınıp da onu inancıyla baş başa bırakmalı değil miydiniz? Millet aptal değil, kendinizi aptal durumuna düşürmeyin...



*****
Bizim dindar milletimiz orduya hep "Peygamber Ocağı" olarak baktı. Askere saygı gösterdi. Trafik kazasında ölenine bile şehit dedi, dinde şehit denmese bile. Yediğinden içtiğinden, yetimin, garibin rızkından verdiği vergilerle askeri okullarda BEDAVA okuyan, milletin sırtından keselerini dolduran, memleketin en güzel yerlerini işgal ederek kurdukları sosyal tesislerde kafa çeken, omuzlarına apoletler takınınca bu  ülkenin gerçek sahipleri olan Müslümanları hor ve hakir gören, inançlarıyla alay eden (askerde bizzat yaşadım),  anaların gözbebeği gibi bakıp vatan hizmetine gönderdiği evlatlarına 18 ay boyunca ana-avrat küfreden, darbeler yapan, başbakan asan kimi subayların kirlettiği orduyu kutsayacaksın... MGK şimdi de var ama darbe planlamıyor diye adamdan saymıyorsunuz. 28 Şubatlar tezgahlayıp Müslümanların anasını ağlatmayınca ordu orduluktan çıkıyor mu? 30 yıldır dört çapulcuyu alt edemeyen, evlatlarımızı ölüme sürüp de odalarından seyredenlerin iplikleri pazara çıkalı çok oldu. Ama sen yine bu orduya kızan milleti suçlayacaksın. Kim kimi aldatıyor efendi? Ordu bizim için bir gaye, bir put değil... Sadece bir araç... Dışarıdan tehlike gelirse üzerine ordumuzu göndeririz, o kadar. Ordu, millet için var; millet ordu için değil ey darbeci proflar!..

*****
Bu milletin kutsallarına söven güruhtan ayrılmayışın bir belgesi: Vahdeddin'e sövmek. Ehli vicdan tarihçiler bas bas bağırıyor Atatürk'ü milli mücadele ile Vahdeddin görevlendirdi diye. Ülkeden sürülürken ömür boyu sefalet içinde yaşama pahasına saraydan bir çöp bile alıp götürmeyecek kadar onurlu bir insana şeytandan daha fazla düşmanlık gösterecek kadar kin solumak da oluyormuş demek... 


*****
Politikacılar (tabii ki iktidar kastediliyor) 1950'den sonra ne yaptılar? Milli Şef'in pisliklerini temizlemeye çalıştılar. CHP'nin yasakladığı ezanı ve Kur'an'ı serbest bıraktılar. Millete nefes aldırdılar birazcık. Onun için  siyasetçi (ilahiyatçı değil) yazarın hışmından nasibini alıyor.

Ve baklayı ağzından çıkarıyor hazret... Yürüsün tanklar, rap rap rap... Darbeniz mübarek olsun...
Ergenekon'a ilahiyatçı desteği. Dini sömürmenin, yani ALLAH'LA ALDATMAK sanatının zirve noktası...   

*****
 Kitap genelinde adı İslam'la anılan neredeyse herkese ateş püsküren, Allah'la aldatan damgası vuran yazar, Laisizmi övdüğü için Hatemi'ye övgüler diziyor. Chirac da Laisizmi yüceltince emperyalist olmuyor. Her ittifak Türkiye aleyhine, ama Hatemi ile Chirac icması hepimizin hayrına... Allah insaf vere...


*****
Dinin zararı nedir? Kamu alanına her şey giriyor ama din girmiyor. İslam'ın, Kur'an'ın Laikliği istediğini söylemek ikisini de inkâr etmektir. Kur'an'ın kamuyu ilgilendiren emirlerini nereye koyacaksınız YNÖ? Hırsızın elini kesin, demiyor mu Kur'an? Kim kesecek? "Kısasta sizin için hayat vardır." ilahi buyruğunu Kur'an'dan çıkardınız mı? Kamusu mamusu yok. Din her yerdedir. Çünkü din, insanın bütün hayatını düzenler. Yahudi alimlerin Tevrat'a yaptığını bunlar da Kur'an'a yapmak istiyor galiba...

*****
Yukarıda övdüğü Chirac, yemedi içmedi birkaç sayfa sonra yazarımıza kazık attı. Adam seni saygıyla selamladı, sen ona Bizans çocuğu dedin. Aşk olsun...

*****
Allah'la aldatmak... Atatürk'le aldatmak...

*****
Muhammed ile Mustafa birlikteliği... Ne şiş yansın ne kebap... Böyle bir birliktelik Kurtuluş Savaşı'nın neresinde kurulmuştu sayın Öztürk?

* * * * * * * * * *





8 Haziran 2013 Cumartesi

ÖZE DÖNÜŞ

Ali Şeriati, tanıdığım bir yazar değildi. Meğer birileri -özellikle Şia ve İran'a yakınlık hissedenlerin "üstad" dedikleri yazarlardan biri imiş. Bu nedenle, yani İranlı bir ilim adamı olduğu için birilerinin de fena kıllandığı bir yazar, Şeriati. 

Okumaktan zarar gelmez, kitap beni yiyecek değil ya, dedim, yeter ki sen sapla samanı ayırabilecek kudrette ol. Kütüphaneden "Öze Dönüş" adlı kitabını aldım. İslam dünyasının ve insanlığın problemleri üzerine güzel tespitleri var. Ali Şeriati, kitabın okuyabildiğim bölümlerine göre bende olumlu bir etki bıraktı. Dolu bir insanmış, lafazan-yazar değil bir dava adamıymış, nitekim davası uğruna Savak ajanları tarafından öldürülmüş.

Kitabın tamamını okuyamadım. Sosyolojiden biraz sıkılıyorum. 

Okuduğum yerlerden aldığım notlar:

* Sömürgecilik kendisini dünyanın efendisi, dünyayı da kendi tarlası biliyor. O kadar ki ülkelerin ürünlerini tekdüze kılmak bile sömürgeciliğin belirtilerinden biri olmaktadır. Örneğin bakıyor ki Küba’da iyi şeker kamışı yetişiyor… Hemen diyor ki “Bütün topraklara şeker kamışı ekilmelidir.” Böylece yiyecek ekmeği bulunmayan bu toplum, buğdayını Amerika’dan ithal etmek zorunda kalıyor.  Ya da Kuzey Afrika’nın Müslüman uluslarının güzel güneşleri olduğuna göre bütün ürünler bir kenara bırakılmalı, bütün ekilebilir topraklar şarap üretmek için üzüm bağı yapılmalıdır. Nitekim şunu görmekteyiz: Kuzey Afrikalılar iş başına geldiklerinde topraklarının tamamının şaraplık üzüm bağına dönüştüğünü gördüler. Halbuki bu insanların hepsi Müslümandır ve asla şarap içmezler. Fakat içecek başka hiçbir şeyleri de yok.

* Bilinci değil, tüketimi artan insana medeni diyorlar.

Bir ulus; manevi, düşünsel ve kültürel üretkenliğe ulaşmadan ekonomik ve teknik üretim seviyesine ulaşır demek, koca bir yalandır.

Batı, Afrikalıya diyor ki “Senin medeniyetin yoktur.” Bize ise “Sizin medeniyetiniz vardı.” diyor. Afrikalıya “Siz kültür yapamazsınız.” derken bize “Siz kültür yapmışsınız.” der. Dolayısıyla Afrikalının geçmiş kültürünü yok sayarken bizim geçmiş kültürümüzü bozmaktadır. Bozmak, yok saymaktan daha kötüdür. Keşke onlar bize de “Sizin geçmişte ilerici bir dininiz, uygarlığınız, kitap, bilim ve edebiyatınız hatta hiçbir şeyiniz yoktu!” deselerdi. Biz de o zaman neslimize, her şeye sahip olduğumuzu kanıtlayabilirdik.

Sartre’ın deyişiyle: “Sömürgecilerin gözünde yalnızca 500 milyon insan vardır. Geriye kalan 2 milyar 500 milyon ise yerlidir.” Sömürgecilerin deyişiyle yerli ile insan, yani Doğulu ile Batılı…

Emen sülük, emilen insanla kandaş oluyor; ama bu kandaşlık, iki düşmanın kandaşlığıdır.

İlginçtir ki tam Avrupa’da Manifesto’nun yayınlandığı ve işçi hareketinin doruğa tırmandığı günlerde İran’da “İmam-ı Zaman” (Mehdi) ortaya çıktı. Hem de aynı günlerde bu İmam-ı Zaman oyunu diğer İslam ülkelerinin on yedisinde tekrar sahneye konuldu.


Avcının av peşinde koşuşturması değildir tuhaf olan. Tuhaflık avın avcının peşinden koşmasıdır.

20 Nisan 2013 Cumartesi

PEYGAMBERLİK MÜHRÜNE BAKMAK

Aşağıdaki evrak bir "grup"un kadınlar için yapılan haftalık sohbetinde sohbet hocası (!) tarafından dağıtılmış. Sohbete katılanlar kendi dininin cahili olan Anadolu kadınları... Hoca onlardan da cahil... 

İnsanda biraz akıl ve iz'an olur. İnsan biraz düşünmez mi böylesine bir saçmalığa nasıl inanılır diye.

1) Hz Peygamber'in sırtındaki risalet mührü nasıl olur da "hüsn-i hatla yazılmış bir tablo" olabilir? Üstelik yazıya ilave edilen süslemeleri de var. Eğer hoca (!) hanım birazcık araştırsaydı -ki akledemediği için bunu da yapamamıştır- Hz Peygamber'in iki kürek kemiği arasındaki mührün irice bir ben şeklinde olduğunu, sırta yapılmış bir hüsn-i hat dövmesi olmadığını öğrenirdi.

2) Peygamberin mührüne bakmak diye bir ibadet olmaz. Bir şeye bakmak insanı bir yıl boyunca imanlı tutmaz ve o yıl içinde ölünce imanlı mimanlı da gidilmez.

3) Diyelim ki peygamber ashabına böyle bir şey teklif etti, ashabın "Ya Rasulallah! Mühür senin sırtındayken biz her sabah abdestli olarak bu mühre nasıl bakacağız?" diye sormamış olma ihtimali var mı? Yoksa mührün resmini mi yaptırdılar bir ressama.

Sonuç: Piyasada din adına insanları şeytanın yoluna davet eden ve tabii ki Allah yolundan alıkoyan sürüyle şarlatan var. İnsanların çok güvendikleri ve kartopundan daha süratli büyüyen cemaatler de yapıyor bunu. Bu arada insanları Allah'ın kitabından, Peygamberin sünnetinden uzaklaştırmış oluyorlar. Bilinçli ya da bilinçsiz... Fark etmez. Allah'ın elçisi "Size iki şey bıraktım ki onlara tutunursanız asla sapıtmazsınız: Kitabullah ve sünnetim." buyurmuştu ya... İşte bu iki kaynaktan uzaklaşmanın sonucu: sapıklık...  


10 Mart 2013 Pazar

CENNET AYAK ALTINDA MI

Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle bir televizyon programında bir şarkıcı şarkılar söylüyor. Salonu kadınlar hınca hınç doldurmuşlar. Dilinden dökülen içmeli göçmeli mısralarla kendinden geçen şarkıcı kadınlardan alkış toplamak için şarkı arasında konuşma gereği duyuyor. Kadınların hoşuna gidecek bir nutuk çekiyor. 

Kadınlar Günü, Anneler Günü gibi günlere itibar etmediğini söylüyor. "Bizi dünyaya getiren, büyüten, eğiten, yetiştiren, evlendiren... kadınlar için, analar için bunlar yetmez, her gün onlarındır." mealinde sözler söyledikten sonra "Cennet anaların ayakları altındadır." diyor. O an kamera; saç baş açık, yüz göz boya, -eminim- Fatiha'yı okuyamaz, Elif'i mertek sanır, dört tane hadis bilmez bir kadını getiriyor ekrana. Nasıl da seviniyor Cennet'in ayakları altına serildiğini zannederek.

Zavallı zannediyor ki çocuk doğurunca Cennet'e gidiliyor. Oysa o işi bütün tavuklar her gün yapıyor, cümle dişi hayvanlar doğuruyor da doğuruyor. Çocuk doğurmak biyolojik bir hadisedir ve insanın dünyaya gönderilişinin ana gayesi de değildir. Hele doğurduğunuz çocuğu İslam terbiyesiyle yetiştirme gibi bir derdiniz de yoksa... Cennet'i değil ayaklarının altında rüyanda bile göremezsin.

"Cennet anaların ayakları altındadır." hadis-i şerifinin muhatabı analar değil, evlatlardır. Bu söz diyor ki Ey evlatlar! Annelerinize iyilik yapın, onlara kötü söz söylemeyin, onları incitmeyin... Bu sayede Cennet'i kazanırsınız inşaallah. Anne ve baba Allah'a asi de olsa, günahkâr da olsa, kâfir de olsa evlat onlara iyilik yapmakla mükelleftir. Bu, Allah'ın Kur'an'da emrettiği hususlardandır. 

Ama bu yetmez. Çünkü Allah'a iman etmeyip salih ameller işlemeyenin dünyada da Ahiret'te de amellerinin boşa gideceği yine Kur'an'da bildiriliyor. İnsan öncelikle iman edecek, Müslüman olacak, Allah'a itaat ve ibadet edecek, günahlardan kaçınacak, ana babasına iyilik edecek ve Allah'ın lütfuyla Cennet'e girecek.

Yani Rabb'e asi olan anneler, hatta bütün anneler; bu söz, anneliğiniz yönüyle size hitap etmiyor; eğer anneniz hayattaysa evlat oluşunuz bakımından size hitap edebilir. Bir sınavdasınız. Kolay gelsin...

9 Mart 2013 Cumartesi

NAMAZ

Allah’ın muhteşem bir sanat eseri olarak dünyaya gelen insan; akıl, şuur ve irade gibi çok önemli özelliklerle donatılmıştır. İnsan bu özelliklerini kullanarak dünyadaki kısa hayatını en iyi şekilde yaşamaya çalışacaktır. Ama insan; kâinatı ve kendisini yoktan var eden Rabb'ini tanımak, ona iman, itaat ve ibadet etmek için de yine kendisine verilen bu yetenekleri kullanacaktır. Çünkü kâinatta en yüksek hakikat Allah’a imandır. İmandan sonra ise namaz hakikati gelmektedir.

Beş vakit namazın Allah’ın kesin emri olduğunu biliyoruz. Peygamberlerin günah işleme özellikleri olmadığı halde yine de geçmiş ve gelecek günahları Allah tarafından peşinen bağışlanan Peygamber Efendimizin beş vakitle de yetinmeyip geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kıldığını da biliyoruz. Bizim bilmediğimiz pek çok şeyi bilen, ölüm sonrası hayat hakkında bizden daha fazla bilgiye sahip olan âlimlerin, Allah dostlarının namaza adeta bir tutku derecesinde bağlı olduklarını da biliyoruz. Namazın Âhiretteki mükâfatını da biliyoruz, terk etmenin cezasını da biliyoruz. Bununla birlikte nefsimize ve Şeytana uyarak beş vakit namazda gevşeklik gösterebiliyoruz.

Ömrümüz süratle tükeniyor. Üstelik çoğu zaman faydasız geçiyor. İkindi namazına kadar yaşamaya hiçbirimizin elinde senet yok. Ölüm meleğinin, bizi beş vakit namazını kılan, Rabb'ine itaat ve ibadet eden kullar olarak bulması, kabir ve Âhiret hayatımız için son derece önemlidir. Bu büyük kârı 24 saatlik günümüzün en fazla bir saatini vererek elde edebiliriz. Evet, günlük beş vakit namaz, en fazla bir saatimizi alır. Alır ve karşılığında bize Allah’ın rızasını, dünyada huzurlu yaşamayı, öldükten sonra da ebedi mutluluğu sunar.

İnsan, neye sahip olursa olsun fakirdir. Çünkü insanın arzuları vardır, hayalleri vardır. İnsan her türlü güzelliğe ve iyiliğe, her türlü nimete sahip olmak ister. Fakat bunların hepsini elde edemez. Kazandığı, biriktirdiği mala mülke de sonsuza kadar sahip değildir. İşte bunlardan dolayı insan çok fakirdir.

İnsan aynı zamanda çok acizdir. Gözle görülmeyecek kadar küçücük mikroplar insanı hasta eder, yatağa serer. İnsanın kalbi pek çok hadiseden elem çeker. İnsanın bu fakirliğinin ve acizliğinin çaresi, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbine sığınmaktır. Kendini ona sevdirmeye çalışmaktır. Bu da Allah’ı hatırlamakla, anmakla, ona ibadet etmekle olur. Yani günde beş kere Allah’ın huzurunda durmakla, onun huzurunda rükûda belini bükmekle, secdede alnını yere koymakla, el açıp ona dua etmekle olur.
Rabbimiz Ra’d sûresi 28. ayette “Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin olur, huzura kavuşur.” buyuruyor. Allah’ı anmak, namaz kılmaktır. Namazı kılmanın da ötesinde ikame etmektir. Yani namaz ibadetini kendini vererek yerine getirmektir. Namazdayken kendisini Allah’ın seyrettiğini, memnun olduğunu hissederek, namazdayken Allah ile konuşmakta olduğunu bilerek namazı kılmak, kalplerimizin en büyük ilacıdır.

Kılmıyorsak, bir an önce namaza başlamalıyız. Eksik kılıyorsak, tamamını kılmaya çalışmalıyız. Hızlı kılıyorsak tadil-i erkâna kendimizi alıştırmaya gayret etmeliyiz. Kendimizi namaza tam olarak veremiyorsak namazın ruhunu hissetmeye çalışmanın gayreti içinde olmalıyız. Rabb'imizin huzuruna namaz borçlusu olarak çıkmamaya çalışmalıyız.

3 Mart 2013 Pazar

NAHL - 90


اِنَّ اللَّهَ يَاْمُرُ بِالعَدْلِ وَ الْاِحْسَانِ وَ اِتَائِ ذِى القُرْبَى وَ يَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَ الْمُنْكَرِ وَالْبَغْىِ  يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

Yüce Rabb'imiz, sonsuz mucizesi olan kitabı Kur’an-ı Kerim’de bizlere dünyada ve Ahirette mutlu olabilmenin yollarını göstermektedir. Bunun için de Allah azze ve celle biz kullarına bazı şeyleri emretmekte, kimi hususlardan da bizleri nehyetmektedir.

Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından da kaçınmaya çalışmamız kendi faydamız için bizlere gereklidir.

Nahl suresi 90. ayette Yüce Allah şöyle buyuruyor:  اِنَّ اللَّهَ يَاْمُرُ بِالعَدْلِ Şüphesiz ki Allah sizlere adaleti emrediyor. Hangi konuda hüküm verirseniz verin, adaletli olun. İşveren iseniz çalıştırdığınız insanların haklarını gözetin, haklarını verin. Babaysanız evlatlarınızın haklarına riayet edin, adaletli olun. Hanımlarınızın hakları hususunda adaletten ayrılmayın. Alışveriş yaparken haktan ve adaletten ayrılmayın. Verilmesi gereken hüküm hoşunuza gitmese de insaflı olun ve adaleti gözetin. Her hak sahibinin hakkını verin. 

Şüphesiz ki en başta gelen hak, Allah’ın hakkıdır! Adaletin başı Allah’ın birliğine inanmak ve bu imanın gereği olarak Allah’a itaat ve ibadet etmektir. İşte Allah size böylece adaleti emrediyor.

Allah size ihsanı emrediyor. Adaletli olurken iyilikten ayrılmamanızı, iyilik etmenizi, iyilik düşünmenizi, iyilik planlamanızı, aile fertlerinize, çoluk çocuğunuza, konu komşunuza, eşinize dostunuza, Mü’min kardeşlerinize, insanlara, canlılara iyilik yapmanızı emrediyor. 

İhsanı… Yani Allah’ı görüyor gibi ibadet etmenizi emrediyor. Siz onu görmeseniz de o sizi görüyor ve her halinizi biliyor.

Ve sonra Allah; akrabalarınıza, yakınlarınıza yardım etmenizi emrediyor. Allah’ın size verdiği rızıklardan yakınlarınıza da pay ayırmanızı, onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışmanızı, böylece akrabalık bağlarınızı güçlendirmenizi, bencillikten uzak durmanızı emrediyor. En yakınlarınızdan başlayarak uzanabildiğiniz yerlere kadar uzanmanızı ve muhtaçların imdadına koşmaya çalışmanızı emrediyor.

Ve Allah, fahşayı yasaklıyor. Yani hayâsızlığı, edepsizliği, çirkin işleri, helal-haram düşünmeden nefsin arzuları peşinden koşup durmayı yasaklıyor. Bu işlerin açığından da gizlisinden de nehyediyor. Unutmayın, her işlediğinizi Allah’ın görevli melekleri her an kaydediyor.

Ve Allah münkeratı da yasaklıyor. Yani Allah’ın ve Rasul'ünün hoşlanmadığı, çirkin gördüğü şeyleri, dine, ahlaka uymayan şeyleri yasaklıyor.

Taşkınlığı, bozgunculuğu, saldırganlığı, ona buna sayıp sövmeyi, hakaretler etmeyi, fitne çıkarmayı ve fitneyi körüklemeyi, iftirayı, sahtekârlığı ve bütün azgınlıkları yasaklıyor.

يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ Allah size vaaz ediyor, nasihat ediyor, öğüt veriyor. Ta ki aklınızı kullanasınız, düşünesiniz. Düşünesiniz de öğüt alasınız. Böylece yanlış yollara girmekten kurtulasınız. 

İnsanlık onuruna yakışan yol, budur. İnsanın temiz ve şerefli yaratılışına yakışan yol budur. Vicdanın kabul edeceği yol, budur. Bu yol Allah’ın yoludur. Bu yol, Allah’ın dini, İslam’dır.

Allah’ın kitabına uymak insana dünyada ve Ahiret'te saadet kapılarını açar. Allah’ın kitabındaki sadece
 اِنَّ اللَّهَ يَاْمُرُ بِالعَدْلِ وَ الْاِحْسَانِ وَ اِتَائِ ذِى القُرْبَى وَ يَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَ الْمُنْكَرِ وَالْبَغْىِ  يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Şüphesiz ki Allah size adaleti, ihsanı, iyilik yapma-yı ve yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar. Öğüt alasınız diye size böyle öğüt veriyor.” ayeti bile bütün dünyayı huzura kavuşturmaya yeter.

Allah’ın emirlerini yerine getirmenin, yasaklarından kaçınmanın zararı ne ola ki? Allah’a itaat ve ibadet etmeyenin kazancı ne olabilir ki?

2 Mart 2013 Cumartesi

DÜNYA HAYATININ MİSALİ


Kâinatı mükemmel bir düzen içinde yaratan, sonra dünyayı insanoğlunun yaşamasına uygun hale getiren ve nihayet insana yaratılmışların en şereflisi olarak dünyada hayat veren Rabbimiz, dünya hayatının hakikati ve ister istemez gideceğimiz Âhiret hayatına ait bazı tablolara dair Kehf Suresi'nin 45-49. ayetlerinde şöyle buyuruyor:

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَش۪يماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِراً

Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı) gökten yağdırdığımız yağmur sebebi ile yeryüzü bitkilerinin boy verip birbirine karışması, fakat sonunda bütün bu canlılığın; rüzgârın savurduğu kuru bir çerçöpe dönmesi gibidir. Allah, her şeye karşı kudret sahibidir.

Dünya hayatının da Âhiret hayatının da sahibi olan Allah, her iki hayatın gerçeklerini elbette en iyi bilendir.
Dünya hayatı kısa bir hayat… Ortalama 60-70 sene gibi kısa bir zamanda insanın doğduğu, emekleye emekleye yürüdüğü, sora sora öğrenmeye çalıştığı, düşe kalka büyüdüğü, gençlik çağında kanının kaynadığı, güç kuvvet, zekâ ve akıl ile donandığı, hayatın tadına vardığını zannettiği, sonra yavaş yavaş güçten kuvvetten düşmeye başladığı, dimdik belinin büküldüğü, bükülmeyen bileğinin tir tir titrer hale geldiği, güzelliğini, neşesini, hayattan lezzet alma kabiliyetini yavaş yavaş yitirdiği bir hayat dünya hayatı… Tıpkı her baharda yağmur rahmetiyle canlanan, yeryüzünü süsleyen bitkiler gibi… Güz gelince solan, kuruyan, rüzgârın önünde savrulan çer çöplere dönen bitkilere benziyor insanın dünyadaki hayatı.


اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ اَمَلاً

Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.

İnsanın uğruna ter döktüğü, gecesini gündüzüne kattığı, üst üste koya koya yükselttiği, dişinden tırnağından artıra artıra biriktirdiği, bakıp bakıp sevindiği, sayıp sayıp övündüğü mallar, paralar, bağlar bahçeler, evler, arabalar… Dünya hayatının birer süsü…

Dünyaya gelmesine vesile olduğu, besleyip büyüttüğü, iş güç, ev bark sahibi olması için çırpındığı ve varlıklarıyla övündüğü, sırtını dayayacağı sağlam direkler zannettiği evlatlar… Dünya hayatının birer süsü…

Mallar da evlatlar da kısacık dünya hayatına ait ve onların dostlukları ve bizim için sağladıkları yalandan güvence, kabir kapısına kadar…

Kabir kapısından içeriye bizimle beraber girecek olan, Âhiret’te bize yoldaş olacak olan, hesapta yüzümüzü güldürecek olan salih ameller ise, yani Allah’ın emirlerini yerine getirmelerimiz ve yasaklarından kaçınmalarımız ise Allah katında sevap, işte bunlardır ve bunlar ümit bağlamaya daha elverişlidir.


وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ

Dağları yürüteceğimiz ve senin yeryüzünü çırılçıplak göreceğin günü bir hatırla. Biz onları mahşerde toplarız da içlerinden hiçbirini bırakmayız.

İnsanın hayatı sınırlı olduğu gibi dünyanın hayatı da sınırlı... Ve bir gün dünya da ölecek, yani kıyameti kopacak. Ve kışın suyu çekilip kuruyan ağaçlarıyla, çürüyüp giden otlarıyla ölen tabiatın bahar gelince yeniden yeşerdiği, dirildiği gibi insanlar da kabirlerinden kalkacak, yeni bir hayatla Allah’ın huzurunda toplanacaklar.


وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفاًّۜ لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِداً

Hepsi saf saf (sıra sıra) Rabbinin huzuruna çıkarılırlar. Onlara, “Ant olsun, sizi ilk önce yarattığımız gibi bize geldiniz. Oysa siz, sizin için hesaba çekileceğiniz bir zaman belirlemediğimizi sanmıştınız” denir.

Yani dünya hayatı bitmeyecek sanmıştınız ama bitti. Mezarlarda çürüyüp toprağa karıştıktan sonra bir daha dirilmeyiz, yapmamız gerekirken yapmadıklarımız ve yapmamamız gerekirken yaptıklarımız da yanımıza kâr kalır, hesap mesap vermeyiz zannetmiştiniz. Fakat yanıldınız. Sizi ilk defa yoktan yaratan Allah, ikinci defa yaratmaya elbette muktedirdir.


وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا

Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.

Tarih yazarlarının ülkelerin tarihlerini yazdıkları gibi Kiramen Kâtibin melekleri de bizim hayatımızı yazıyorlar. Biz yaşarken onlar yazıyorlar. Hayatı verene hayatın hesabını vermemiz için, yapmadım etmedim diyemememiz için kaydediyorlar. Tıpkı güvenlik kameraları gibi, MOBESE’ler gibi… Tek bir karesini atlamadan, bir noktasını zayi etmeden doğrularıyla ve yanlışlarıyla bütün hayatımızı kaydediyorlar.

Allah hiç kimseye zulmetmez. Nefsini günahlara daldıran kendine zulmeder. Allah’ı tanımayan, ona itaat ve ibadet etmeyen kendine zulmeder. Hayat Kitabı Kur’an’a uygun yaşamayan kendine zulmeder.

Dünya hayatının ne kadar kısa ve ne kadar çabuk geçtiğine hepimiz şahidiz. Bugün yarın derken kendimizi Allah’ın huzurunda amel defterlerimizi almış hayatımızın hesabını verirken bulabiliriz. Günahlarımıza tövbe etmeye, Allah’a ibadet etmeye, iyi kullar olmaya fırsatımız varken yanlışlarımızdan dönmek için yarınları gözlemeyelim. Bir Mü’min hayatı yaşamak için bugün bir adım atalım.


11 Ocak 2013 Cuma

KISAS

On bir yaşında bir çocuk maganda kurşunuyla öldü İzmir'de. Türkiye'nin günlerdir gündemini sızlattı. Katil aranıyor. Aile katilin bulunmasını istiyor. Peki bulununca ne olacak? O çocuğun ailesinin yediğinden içtiğinden ödediği vergilerle hapishanede bir süre yiyip içip yatacak, sonra çıkıp yaşamaya devam edecek. Çocuğun babasının bir televizyon mikrofonuna söylediği söz gözlerden kaçtı galiba. Katilin bulunmasını istiyorum, diyordu ve sonuna ekledi: İnşallah bizden önce bulurlar.

Katili polisten önce, maktülün yakınları bulursa ne olacak? Onu öldürmekten başka şeyle yüreklerindeki ateş sönecek mi? Demek ki  hukuk sistemimizin adaletini yeterli görmüyordu bu baba. 
Elmalılı tefsirini okuyorum ve Bakara suresinin 178-179. ayetlerini okudum. Tefsirden altını çizdiğim çok önemli notlar var:

بسم الله الرحمن الرحيم

Meali:

178. âyet: Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.

179. âyet: Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.

********************************************

İslam'dan önceki toplumda kâtil eğer zengin ya da soylu birisiyse kısas yapılmıyormuş, kâtilin yerine başkası öldürülüyormuş. Ayrıca insan öldürmenin cezası Yahudilikte kesinlikle kısas, yani kâtilin öldürülmesiymiş, Hristiyanlıkta ise kısas yapılmaz, kâtil affedilirmiş. İslam, orta yol olduğundan kâtile Allah'ın takdir ettiği ceza öldürülmektir, tıpkı o da bir başkasını öldürdüğü gibi. Ancak merhamet dini olan İslam, maktülün yakınlarına kâtili affetme yolunu açmış, dilerlerse karşılığında diyet isteme hakkını da vermiş.

Elmalılı Tefsirinden Notlar:

* Her öldürülen kimsenin karşılığında kendi katili aynı şekilde öldürülür.

* Kadının erkek, erkeğin kadın karşılığında kısas yoluyla öldürüleceği imamlar arasında üzerinde ittifak edilmiş bir husustur. Bunu teyit ve açıklamak üzere Mâide suresindeki kısas âyetinde "اَالنَّفْسَ بِالنَّفْسِ" (cana can) buyurulmuş ve bununla kısasta aranan benzerlik ve eşitliğin nefis ve can benzerliği olduğu gösterilmiştir. Yaşama hakkı herkes için eşittir. Kısas bu eşitliğe dayanmaktadır.

* Öldürülen kim olursa olsun onun katili veya katilleri, o öldürülenden daha fazla bir yaşama hakkına sahip değildir. 

* Hanefilerce köle karşılığında onun sahibi olmayan hür kâtil, aynı şekilde Müslümanların himayesinde bulunan kâfir karşılığında Müslüman kâtil de kısas yoluyla öldürülür.

* Vasıf gibi sayıda farklılık da masumlukta eşitliği bozmaz. Bunun için bir şahsı birçok kimse birlikte öldürürse hepsi de ittifakla kısas yoluyla öldürülürler.

* Çocukları karşılığında ana ve baba, kölesi karşılığında sahibi kısas yoluyla öldürülmez, ta'zir cezası verilir.

* Bu şekilde kısas uygulamak, ümmete ve imama farzdır. İmamın kendisi de haksız yere birini öldürürse o da hükümden müstesna değildir. 

* Varislerden birinin affı, hepsinin affıdır.

* "كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ" (Size kısas farz kılındı.) nassından da anlaşıldığı üzere adam öldürmede asıl hak ve gerekli olan aslî hüküm kısastır. Katilin bilmesi gerekir ki öldürdüğü insan hür veya köle, erkek veya kadın kim olursa olsun, o da kendi gibi bir can ve saygın bir hayat hakkına sahip, ilahi bir yapı idi.

* Öldüren, öldürülmeyi hak etmiştir.

* Kur'an, kısası, öldürülen kimse için bir hak, kamu için aslî bir görev, affı da öldürülen kimsenin velisi için bir fazilet, diyet almayı da bir ruhsat olmak üzere meşru kılmıştır.

* Kısas hayat hakkının ve canı korumanın gereğidir. Kısasın meşru oluşunda akıl sahibi insanlar için büyük bir hayat vardır. Affın kıymeti de buna bağlıdır. 

* Katil olmak isteyen kimse, öldürürse ve öldürdüğünde kendisinin de öldürülmeyi hak edeceğini bilirse akıl gereği olarak öldürmekten vazgeçer. Böylece hem kendisi hayatta kalır hem de karşısındaki.


*********************************************

Fakat şu bilinmelidir ki kısas yapmak devletin sorumluluğundadır. Kişiler kısas yapamaz, yapmaya kalkarsa bu da ayrı bir cinayet olur, anarşi ve kan davaları çıkar. Mahkeme sonucu katilin suçu kesinleşmişse ve öldürme işi haksız yere ve kasten yapılmışsa kısas uygulanır. Cemiyet hayatının gitgide namlunun ucuna, bıçağın ağzına oturtulduğu günümüzde, İslamın kısas hükmüne ne kadar muhtacız. Kısas sayesinde bütün katil adayları niyetlerini ıslah eder. Birkaç katilin cemiyet için potansiyel tehlike olan hayatı sona erer ama masumların hayat hakkı birazcık garanti yüzü görür.