31 Temmuz 2023 Pazartesi

SÜT - KAN - FIŞKI

"Sağmal hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır. Size onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla geçen dupduru (ve tertemiz) bir süt içiriyoruz." (Nahl 16/66)

Bir koyun ya da keçinin karnında bir veya iki karışlık bir alanda birbirinden farklı belki onlarca çeşit sıvı meydana geliyor, yan yana akıyor, Aynı alanda idrar oluşuyor, pislik toplanıyor ve kendilerine ait kanallarda dolaşıp atılıyor. Aynı alanda kalın, ince, kılcal damarlarda kan dolaşıyor. Aynı alanda tertemiz, beyaz, tatlı, yumuşak süt oluşuyor. 

Kanı içmeyiz, idrardan iğreniriz, dışkıdan midemiz bulanır. Aynı ortamdan neşet eden sütü lıkır lıkır içerken ne kanın rengini görürüz ne idrarın ve dışkının kokusunu alırız. 

Ortam pislikleri de arı duruları da barındırır. Muhit ne kadar bozuk da olsa sen süt gibi halis olabilirsin. Toplumda caniler, hırsızlar, namussuzlar, faizciler, tefeciler, fırsatçılar, sahtekar yalancılar - şimdi biraz fazla olsa da -  hep olacaktır. Sen onların arasında olsan da onlardan olma yeter. 

Kan da fışkı da süt de aynı maddeden ve aynı ortamda meydana geliyor. İkisi pis, biri tertemiz. Her insanın ham maddesi aynı olsa da kötüsü var, iyisi var; hatta kötüler biraz da fazla. Olsun kötü kötüdür, iyi iyi. İdrar dökülür, süt içilir. Fışkı, fosseptik çukuruna atılır; süt mideye indirilir. Fışkı, gübre böceklerini çoğaltır; süt yavruyu büyütür.

Sağında solunda pislik insanların olmasına; onların büyüklüğüne, çokluğuna aldırma. Bir inek, verdiği sütten daha fazla idrar ve fışkı atar. Kıymetli olan sütüdür ancak. Ot ve samandan ne kadar fazla pislik atılırsa süt de o kadar halis olur. Toplumdaki çirkeflerin nüfusu ne kadar çoksa iyilerin kalitesi de o kadar fazladır.

İnsanların bir şeye kıymet verip vermemesinin önemi yoktur. İnsanlar bugün kıymet verir, yarın alır. Bir şeyin kıymeti, zatında olursa kıymettir.        

BİLGELİK YOLU

Konfüçyüs ve Tao ile birlikte eski Çin fikriyatının en önemli filozofu olan Mo Zi'nin (MÖ 470-391) düşüncelerinin yer aldığı "Bilgelik Yolu" devletin temelini "liyakatin yüceltilmesi ve kabiliyetin değerlendirilmesi" olarak belirliyor.

Eski zamanın bilge krallarından örnekler vererek kendi zamanının krallarına nasihat eden Mo Zi'nin öğütleri bugünkü kralların, liderlerin, başkanların da kulaklarına küpe olacak ayardadır.

Devlet kademelerine görevlendirme yapılırken liyakat ve yetenekten önce, daha liyakatli ve yetenekliler varken kendi siyasi görüşünden (samimi veya çıkarcı), kendi cemaatinden/tarikatından, kendi memleketinden, kendi akrabalarından, kendisine menfaati dokunanlardan birilerini atamakta bir beis görülmediği bir devirde yaşıyoruz maalesef. Böyle bir davranışı sergileyenler, kendilerince meseleyi mantıklı hale getirip tabii, hatta bir hak olarak görebilirler bunu. Hatta bu şekilde hak (!) davalarına hizmet ettiklerini, vatanperverleri iş başına getirerek vatan ve milletin bekasını garanti altına almaya, hainleri saf dışı bırakmaya çalıştıklarını bile ifade edebilirler. Bu topraklar, bu tür düşünceler için oldukça mümbittir. Hep başa gelenler, ayağa düşenleri ezmeye, kendi ekiplerini yerleştirmeye çabalamış; onlar gitmiş ötekiler gelmiş, çark böyle dönüp dururken memleketin temiz ve saf insanlarının hakları yenmiş, servetleri yağmalanmıştır. Bu mümbit memleket ayrık otlarından yakayı kurtaramadığı için güller çiçekler ülkesi olmayı bir türlü başaramamaktadır. 

Tarihin önünde sonunda doğruyu söyleme gibi bir karakteri vardır. Neyi, nerede ve nasıl saklamayı başarırsak başaralım; günün birinde tarihin kahramanlar sayfalarında sadece gerçek kahramanların ve dürüstlerin isimleri kalacaktır. O sayfalardan silinenler ise Allah'ın, meleklerinin ve insanların lanetiyle kötü birer isim olarak kalırlar.

İmkanım olsaydı her bir yöneticiye altını çizdire çizdire okutmak isteyeceğim "Bilgelik Yolu"ndan birkaç paragraf:

Eski zamanın bilgi kralları Göğü örnek alarak devletin idaresinde liyakati yüceltmeye ve kabiliyeti değerlendirmeye büyük özen gösterdiler. Gök; zenginle yoksul, asille sıradan, uzaktaki ile el altındaki ve yakın ile uzak ilişkiler arasında bir ayrım yapmaz. Liyakatsiz kimseler alıkoyulur ve bertaraf edilirken liyakatli kimseler öne çıkarılır ve terfi ettirilir. 

Şimdi eğer krallar ve büyük devlet görevlileri dünyaya hükmetmek ve derebeylerini yönetmek istiyorlarsa dünyaya yönelik emellerini gerçekleştirmek ve ünlerini sonraki kuşaklara kadar yaymak istiyorlarsa neden liyakati yüceltmeyi devletin temeli olarak görmüyorlar? Bilge kralların övgüye değer tutumları bu şekildeydi. 

Bugün dünyanın memur ve beyefendilerinin tümü her ne kadar özel konuşmalarında liyakati yüceltiyorlarsa da iş, kararnameleri çıkarırken ve halka düzen verirken halkla temasta kalmaya geldiğinde liyakati yüceltmeyi ve kabiliyeti değerlendirmeyi bilmezler. Bunlar küçük meselelerle ilgili net bir kavrayışa sahipken büyük meselelerle ilgili aynı kavrayışa sahip değillerdir. Şimdi bir kral, dük ya da büyük devlet görevlisinin elinde kesemeyeceği bir öküz ya da koyun varsa bunun için yetenekli bir kasap getirtmelidir. Elinde kumaşı varsa fakat elbiseyi dikemiyorsa bunun için yetenekli bir terzi getirtmelidir. 

Bir kral dük ya da devlet görevlisi böyle bir durumda kaldığında karşısındaki akrabası yahut zengin ya da soylu addedilmiş biri veya kılığı kıyafeti gösterişli biri bile olsa gerçekten de o kimsenin ehil biri olmadığını bilir ve onu bu işte görevlendirmez. Peki niçin? Çünkü onun eldeki malzemeye zarar vermesinden korkar. Bir kral, dük ya da devlet görevlisi böyle bir durumda kaldığında liyakati yüceltmeyi ve kabiliyeti değerlendirmeyi ihmal etmez. Halbuki ülkesi söz konusu olduğunda böyle değildir. O zaman kral, dük ya da devlet görevlisi eğer ortada akrabası yahut zengin ya da soylu addedilmiş biri veya kılığı kıyafeti gösterişli biri varsa önce onu atar. Öyleyse bir kral, dük ya da devlet görevlisi bir elbiseye ya da bir öküz veya koyuna gösterdiği alakayı kendi ülkesine göstermiyordur. Dünyanın memur ve beyefendilerinin küçük meselelerle ilgili net bir kavrayışa sahipken büyük meselelerle ilgili aynı kavrayışa sahip olmadıklarını böylece anladım. Bu tıpkı ahmak birini elçi yapmak ya da sağır birini müzik ustası olarak atamak gibidir.

     

12 Temmuz 2023 Çarşamba

FİRAVUN'UN ŞANSSIZLIĞI ya da APTALLIĞI

Rivayete göre Firavun, bir gece rüyasında, Beytülmakdis'ten çıkıp gelen bir ateşin Mısırlıları ve Mısırlıların evlerini yaktığını görmüş. Rüyasını yorumlamalarını çevresindeki bilginlerden istemiş; bir kâhinin, rüyayı İsrailoğullarından o yıl doğacak erkek çocuklardan birinin ileride Firavun'un saltanatını yıkacağı şeklinde yorumlaması üzerine Firavun Mısır'da soykırıma başlamış. 

Ülkenin her tarafına adamlarını salmış, İsrailoğullarına mensup yeni doğmuş erkek çocukları bulup öldürüyorlarmış. Etrafındaki dalkavuk kâhinlerden birinin sözüne tereddütsüz inanan Firavun, bu zekice(!) tedbiri ile saltanatını ayakta tutacağını zannetmiş.

İşte Firavun'un bir aptallığı...

Düşünememiş... Eğer kâhinin verdiği haber doğruysa istediği kadar çocuk öldürsün saltanatını yıkacak olan o bir tek çocuğu öldüremeyecektir. Bu durumda belki binlerce çocuğu öldürmenin, yüz birlerce insanın kin ve nefretini kazanmanın, tarihe "zalim" diye geçmenin ne faydası olacaktı? Yok şayet saltanatını yıkacağı düşünülen o çocuğu öldürüp saltanatı kurtarmak mümkünse kâhinin verdiği haber bir yalandan ibarettir. Bu durumda da palavracı bir kâhinin sözüyle o kadar insanı katletmenin ne manası vardı?

Firavunun adamları İsrailoğullarının evlerini kapı kapı gezip yeni doğan erkek çocukları bulup öldürüyorlardı. Ana babaların ağlamaları sızlamaları, yalvarıp yakarmaları en ufak bir fayda vermiyordu. 

Bu sırada Nil nehri, bir sepete konarak kendisine emanet edilen yeni doğmuş bir erkek çocuğunu Firavun'un nehir kıyısındaki sarayına getirdi. Sepeti Firavun'un eşi fark etti. Nehirden çekip aldıkları sepette yeni doğmuş bir erkek çocuğu olduğunu gören Firavun'un eşi çok sevindi, çocuğu çok sevdi. Firavun'a bu çocuğu evlat edinmeyi teklif etti. Aptal Firavun da kabul etti, çocuğu sarayına aldı.

Düşünemedi... Bir çocuğu niçin sepete koyup da nehre bırakırlar? Yeni doğmuş bu erkek çocuk İsrailoğullarından ise onu evlat edinip sarayda büyütmek saltanat için büyük bir risk değil miydi? İsrailoğullarının erkek çocuklarının öldürüldüğü bir zamanda nehirde yüzen sepetteki erkek çocuğun İsrailoğullarından olmama ihtimali var mıydı? Eğer kâhinin dediği doğruysa saltanatı yıkacak olan o çocuk bundan başkası olabilir miydi? Musa'yı yaşattıktan sonra onun dışındaki bütün çocukları öldürsen ne olurdu ki?.. 

Düşünemedi...

Çocuğu emzirmek istediler, hiçbir kadının göğsünü kabul etmedi. Sonra oradaki bir kız dedi ki "Size onu emzirebilecek birini bulayım mı?"

"Bul." dediler. 

Gelen kadının göğsünü bebek kabul etti ve ondan süt emmeye başladı.

Aptal Firavun, demedi ki "Bu kadının sütü olduğuna göre çocuk doğurmuştur. Ey kadın! Senin çocuğun nerede? Çocuk hiçbir kadından süt emmezken bundan emdiğine göre bu kadın bu çocuğun annesidir. Bu kadın kimdir, necidir, kimlerdendir? Eğer çocuğun annesi ise dışarıda adamlarım İsrailoğullarının çocuklarını avlamaya çalışırken ben enayi miyim o çocuklardan birini, hem de etrafında bu kadar olağanüstülük dönen bir çocuğu alıp sarayımda besleyeyim?"

Besledi, büyüttü ve saltanatı o çocuk eliyle yıkıldı. 

Kâhin mi gaybdan doğru bir haber verdi; yoksa kâhinin palavrasına aldanarak binlerce suçsuz günahsız çocuğu katleden aptal Firavun'un zulmü ayyuka çıktığı için Allah, onun saltanatını yıkacak bir Musa mı gönderdi, bilinmez ama bu Firavun'un en büyük şanssızlığı; etrafında dalkavuk danışmanların bulunması ve onun en büyük aptallığı dalkavukların sözlerine inanarak insanlara zulmetmesiydi. 

Uyanıkken insanlara kan kusturan Firavunlar, bazen rüyalarıyla yıkılırlar.

Her Firavun için bir Musa yaratan Allah'a hamd olsun.