3 Ağustos 2023 Perşembe

AHMED KUDDUSİ TÜRBESİ

 

Niğde'nin Bor ilçesinde yaşamış Ahmed Kuddusi, mutasavvıf ve şair. Vefat edince defnedildiği mezarlık şehrin ortasında kaldığı için taşınınca Kuddusi'nin de kabri şu an şehrin batısında yer alan şehir mezarlığına nakledilmiş, kabrinin üstüne yarı açık bir türbe yapılmış. Dediklerine göre dönemin kaymakamı rüyasında Ahmed Kuddusi'yi görmüş; Kuddusi, kabrini şehrin dışına taşıdıkları için sitem etmiş, kabrini ziyaret edenlerin azalmasından dertlenmiş. Kaymakam da şehrin ortasında türbe biçiminde bir makam yaptırmış. 

Bugün şehirde türbe olarak bilinen bu yapı içinde bir sanduka var ancak içinde Kuddusi'nin mezarı yok. Gelen geçen bu yapının içine giriyor, dışından ellerini açıyor ve dua ediyor. Böyle içinde kabir bulunmayan bir türbe inşasına gerçekten ihtiyaç var mıydı, bilemem. Orada dua eden insanların çoğu boş bir türbede dua ettiklerinden -eminim- habersiz. Şayet bir zatın ruhuna dua etmek için onun mezarında bulunmak gerekmiyorsa, yani kabrinden uzakta da dua edilebiliyorsa -ki edilir- içi boş bir türbe yaptırmanın ve insanları yanıltmanın ne anlamı vardı? Eğer yer yerinde durursa birkaç nesil sonra insanlar Ahmed Kuddusi'nin orada yattığını zannetmezler mi, hatta iki yerde birden bulunduğuna inananlar çıkmaz mı?

Ve türbeyi yaptırdığı söylenen kaymakam, acaba o binayı gerçekten bir rüya üzerine mi yaptırdı, yoksa birilerinin baskılarından kurtulmak için mi? Çünkü bu türbeci takımı son derece mutaassıp, son derece cahil, son derece fütursuz, son derece saldırgandır. Bir orduya karşı tek başınıza savaşabilirsiniz, galip gelme ihtimaliniz vardır. Ama türbeci takımına karşı savaşamazsınız. Onların bambaşka inançları, güçleri vardır. En iyisi onların türbelerine dokunmamaktır.

Şehir mezarlığındaki Kuddusi'nin gerçek türbesinin başına yukarıdaki levha konulmuş. Aynı bilgiler yalancı türbenin içinde de camdan bir levhaya yazılmış.

Levhada mavi renkle altı çizilen bölümlerde dil yönünden, kırmızıyla çizili bölümlerde ise din yönünden yanlışlar var. Artık cümleleri kurmaya çalışan kişi mi Türkçeyi doğru düzgün bilmiyordu, yoksa tabelayı yapanlar mı hatalı yazdı, bilinmez. Hem anlatım birçok yerde bozuk hem de hadde hesaba gelmez imla hataları mevcut bu tabelada. Binlerce insanın okuyacağı bir levhayı yazarken, yazdırırken daha itinalı olunmalı. Dilimiz bizim kültürümüz, geçmişimiz ve geleceğimizdir. Herkes bilgisi ve kültürü nispetinde konuşabilir ancak kamuya açık alanlarda yazılanları sadece dili bilenler yazmalıdır.

Dilin kullanımındaki hatalarından sayıca daha az olsa da hem dünyayı hem ahireti ilgilendirdiği, o levhayı okuyan binlerce cahil insanda yanlış bir İslam itikadı meydana gelmesine sebep olacağı için din yönünden korkunç derecede büyük hatalar bu tabelada yer alıyor.

"Şeyh uçmaz, mürit uçurur." türünden uydurma hikayeler, ucunun nereye gittiği, ne anlama geldiği düşünülmeden söylenmiş büyük cümleler; levhayı bir hurafe belgesi haline getirmiş.

1) Ahmed Kuddusi'ye "Kuddusi" ismini bizzat Allah vermişmiş. Allah böyle bir isim koyduğunu kime bildirmiş? Başka bir ifadeyle "Böyle bir vahyi hangi peygamberi aracılığıyla göndermiş? Biz Hz. Muhammed'i (s.a.v.) son peygamber biliyoruz (Ahzab, 40), bu iddia sahiplerinin bu husustaki inancı nedir? 

2) Kuddusi, annesinin karnında iken Allah'ın "Kuddusi" (Doğrusu Kuddûs olacak) ismini zikretmişmiş, annesi de duymuşmuş. Hamile kadınlar karınlarından gelen seslere anlam vermeye çalışırlarsa kendilerine ne deriz?

3) İlim tahsil ederek delillerle hakikat ilminin elde edilemeyeceği iddiası Ehli Sünnet itikadına aykırıdır. Peygamberler dışındaki insanların direkt Hüda'dan (Allah'tan) bilgi aldığını söylemesi bir sapıklıktır. 

4) Ne demek "Melekut Âlemi" ve bu âleme doğmak ne demek? Tasavvufçuların, eski Yunan felsefesinden alıp allayıp pullayıp rengini yeşile boyayarak servis ettikleri bu kavrama göre melekut âlemine doğan kişi, insan üstü bir varlık olmuyor mu? Peygamber bile "bir insan" iken (Fussilet, 6) nasıl oluyor bu?        

5) Seyrü süluk tarzını Rasulullah'tan nasıl almış? Elbette ya rüyasında ya bizzat görüşerek... Rüyalar, rüyalar... Peygamber adına uydurulan sözler... 

6) Şiirlerini Allah'tan aldığı telkinlerle yazmışmış. Buna vahiy denir. Buyurun bir yalancı peygamber daha... Hz. Muhammed'e şiir öğretmeyen Allah (Yasin, 69), Ahmed Kuddusi'ye şiir öğretmiş (!).

7) Peygamber; birine "Evlenirse cenazesine gelmem." diyor, buna da "Anadolu'ya git ve çok evlen." diyor. Kuddusi de 16 kadınla evleniyor. Bu kadar kadınla evlenmeyi Kur'an'a ve Sünnet'e uyduramadık, bari işi kılıfına uyduralım? Boşanmak, Allah'ın en sevmediği helal olduğu halde bu kadınların çoğunu boşayan bir insan, nasıl veli olabiliyor? Boşamadan bu kadar kadını (aynı anda nikahlanılabilecek sayının dört katı) nasıl nikahladı acaba? Ve çok kadınla evlenmek ile nasıl bir feyz alınabiliyor acaba? 

8) Kıyamete kadar icazet vermeye Allah tarafından yetkili kılınmışmış...

Kuddusi iyi bir şair. "Ey rahmeti bol Padişah / Cürmüm ile geldim sana", "Mestühayrânım / Zârugiryânım / Her dem lisânım / Der Allah Allah" gibi bestelenmiş ezgilerin güftesi ona ait. Yukarıdaki İslam itikadına aykırı iddialar da Kuddusi'nin kendisine aitse kendisini salih bir mü'min olarak değerlendirmek mümkün değil. Zira bunları söyleyenin ya itikadı bozuktur ya da akli melekelerinde sorunlar vardır; hastadır, halüsinasyonlar görmüştür. Hastalık sebebiyle söylenmişse bu sözler Allah sorumlu tutmaz belki, çünkü ehliyeti tam değildir; ama hasta olmadığı halde söylenmişse...

Bu iddialar şayet ona ait değilse, sonradan başkaları tarafından uydurulduysa, Allah katında kıymeti olan, salih bir zat da olabilir. Bu durumda Allah rahmet eylesin, mekanını cennet eylesin. 

2 Ağustos 2023 Çarşamba

MUSA'NIN (AS) DUASI

Firavun ailesi tarafından nehirde yüzen bir sepet içinde bulunan çocuk, sarayda itina ile büyütüldü. Firavunun, köleleştirilen binlerce insanın haklarını gasp ederek kurduğu görkemli sarayında lüks bir yaşam vardı. 

Musa (as), olgunluk çağına gelince Allah tarafından kendisine, zulümle zıt olduğundan Firavun sarayında bulunamayan hikmet ve ilim verildi. İlimle aydınlanan, hikmetle gözü açılan Musa şehirde dolaşırken iki kişinin kavga ettiklerini gördü. Birisi ezilmişlerden, diğeri ezenlerden. Ezilmiş olan, kendisinden yardım isteyince ona yardım etmek istedi; üstün sayılan adama bir tokat vurdu, eceli o tokadı bekliyormuş gibi adam oracıkta ölüverdi.

Şeytan oradaydı oysa, göremedi onu, ama işin arkasında onun olduğunu anladı. Eceli gelmiş adamı kavgaya şeytan sokmuştu çünkü. 

Pişman oldu Musa (as), bir daha böyle olaylara karışmamaya karar verdi, Allah'tan af diledi. Allah bağışladı onu.

Musa (as) saraya dönemedi, geceyi şehirde korku içinde ve gizlenerek geçirdi.

Ertesi gün, dün yardım ederken kendisi yüzünden birinin ölümüne sebep olduğu aynı adama rast geldi. Yine zalim topluluktan biriyle kavga ediyordu, yine Musa'dan yardım istedi. Yardım edecek oldu ancak adamın "Dün birini öldürdüğün gibi bugün de beni mi öldüreceksin?" sözüyle geri adım attı. "Anlaşılan, ey Musa, sen yeryüzünde ıslahçı olmak dururken zorbalık etmek istiyorsun." demişti adam ardından. Şeytan yine oradaydı, belki de ezilmiş adam rolünü oynuyordu. Dünkü olayı da sağda solda anlatıp sabaha kadar kulaktan kulağa yaymıştı.

Bir dost geldi koşarak ve dedi ki "Ey Musa, adamlar toplanmışlar seni öldürmenin hesaplarını yapıyorlar. Beni dinle ve kaçıp git buralardan. Ben senin iyiliğini istiyorum." (Kasas 28/20).

Musa (as), korku içinde arkasını kollaya kollaya şehri terk ederken Allah'a yalvarıyordu: 

"Rabbim, beni şu zalimlerin elinden kurtar." (Kasas 28/21).

Başka bir şehre yönünü çevirdi, yeni bir hayat umuduyla dedi ki "Umarım Rabbim bana doğru yolu gösterir." (Kasas 28/22).

Gariplerin Sahibi'ne güvenip gurbet yoluna koyuldu. 

Medyen şehrinin kenarında akan ırmağın kıyısına ulaşınca koyunlarını ırmaktan sulayan adamlarla karşılaştı. İki genç kızın koyunlarını ırmaktan uzak tutmaya çalıştığını gördü.

Niçin böyle yaptıklarını sordu kızlara. Babalarının yaşlı olduğunu, koyunlarını sulayacak kendilerinden başka kimselerinin olmadığını söylediler. Erkeklerin koyunlarını sulayıp çekilmelerini bekliyorlardı, onların arasına karışmak istemiyorlardı. Terbiyeli, edepli, ahlaklı, vakar sahibi kızlardı. Şimdiki feministler orada olsaydı çirkeflik yaparlardı şüphesiz ama o kızlar oyuna getirilebilecek kızlar değildi.

Musa (as); yardım etmek istedi onlara, koyunları alıp götürdü ırmağa, daldı çobanların arasına, sulayıp getirdi sürüyü ve ardından bir gölgeye çekildi, açtı ellerini dua etti: 

"Rabbim! Bana göndereceğin her türlü hayra ve yardıma muhtacım." (Kasas 28/24). Muhtaçtı; ne kalacak yeri ne yiyecek bir lokması ne üstündekilerden başka giyecek elbisesi ne eşi ne dostu ne koruyucusu ne beş kuruş parası vardı.

Duasını bitirir bitirmez kızlardan birinin geri geldiğini gördü. O kadar nazik, o kadar edepli, o kadar güzel...

"Babam seni çağırıyor." dedi, "Hayvanlarımızı sulamanın karşılığında sana ücret ödemek istiyor." (Kasas 28/25).

Allah duaları kabul eder ama hemen kabul etmesi nedendi?

Belki Musa'nın (as) içtenliğinden, belki ihtiyacının şiddeti ve acizliğinden... Belki de yaptığı iyilik sebebiyle idi.

Dua et, Allah'a dua et. İsteklerini evrene, yani boşluğa söyleme; Allah'a söyle, o işitir, bilir ve onun gücü her şeye yeter. İçtenlikle dua et, dua etmekten uzak durma, sıkılma ve bıkma. Ama dua etmeden önce iyilik yapmayı da ihmal etme. İnsanlara iyilik yap, hayvanlara iyilik yap, ihtiyaç sahiplerine yardım et. 

Ve kızların babası gibi en küçük iyiliklere bile iyilikle karşılık ver. Sana bir iyilik yapana sen de bir iyilik yapmaya çalış. En ufak bir emeği bile istismar etme, karşılığını ödemeye çabala. 

Kızların yaşlı babasına başından geçenleri anlatınca Musa, yaşlı adam dedi ki "Endişelenme, o zalim insanların eli buraya kadar ulaşamaz, kurtuldun onlardan." (Kasas 28/25).

Kızlardan biri, belki de az önce gidip utana sıkıla Musa'yı evlerine davet eden, dedi ki "Babacığım, bu adamı ücret karşılığında işçi olarak yanına alsan olmaz mı? Ücretli çalışanların en iyisi; güçlü kuvvetli, işten anlayan ve güvenilir olan kimsedir." (Kasas 28/26).

Bu kadarcık sürede anlamıştı Musa'nın (as) çalışkan, güçlü ve güvenilir olduğunu. Belki de gönlüyle bilmişti. Belki de anlamamışsa da kalsın istemişti.

Yaşlı adam; insan sarrafıydı, derhal fark etti Musa'daki cevheri.

"Benim yanımda en az sekiz sene çalışmana karşılık şu iki kızımdan biriyle seni evlendirmek istiyorum." dedi. (Kasas 28/27). Teklifi kabul etti Musa. Hem yeri yurdu hem malı mülkü hem ailesi oldu. En önemlisi de bir işi oldu. Sekiz yıl içinde Musa güçlenirken düşmanları tarafından unutuldu, kendisine duyulan öfke azaldı.

Dünyadaki en büyük nimetler kişinin bir aileye, iyi bir eşe, huzurlu bir yuvaya, temiz bir işe sahip olmasıdır. Eğer bunlara sahipsen Musa (as) gibi duası kabul edilmiş bir kimsesin, şükretmelisin.