20 Aralık 2022 Salı

ÜRETMEK

 İnsanı hayvandan ayıran şey nedir?

Akıl mı?

Evet dersek akıldan yoksun olan insanları hayvan kabul etmemiz gerekir.

Konuşmak mı?

Konuşamayan insanlar var.

Düşünmek mi?

Düşünemeyen insanlar var. Düşünebilen hayvanlar var.

Düşünürler düşünmüşlerdir, düşüneceklerdir bundan sonra da. Hepsinin ittifak ettiği bir sonuca ulaşmışlar mıdır, ulaşılabilir mi, bilmiyorum.

Bana göre, insanı hayvandan ayıran şey, üretebilme yeteneğidir. İnsan; konuşurken, düşünürken, inşa ederken, en temel biyolojik gereksinimlerini karşılarken hep bir üretim içerisindedir. Nitelik ve nicelik yönünden bilinçli ve iradeli değiştirir, geliştirir. İyileştirse de kötüleştirse de bilinçli ve iradeli yapılan bu fiilleri üretim kabul edebiliriz.

İradeli olmayı da insanı hayvandan ayıran vasıf olarak düşünebiliriz belki, ancak bütün hayvanların fiillerini iradesiz yaptıklarını iddia edebilecek bir veriye sahip olunduğunu sanmıyorum. 

İnsanı hayvanlardan ayıran farkı, somut düzlemde ele alıp bir kelimeyle ifade edersek sanırım doğru sonuç; "üretmek" olacaktır.


ADALET

Adalet; mülkün, yani devletin/egemenliğin temeli. Adalet; bütün varlıkların, kâinatın, en az en temel ihtiyaçları kadar muhtaç olduğu şey.

Adalet, dengede duran terazi ile simgelenir.

Bir kefeye suçu, diğerine cezayı koyunca; bir kefeye davacı, diğerine davalıyı koyunca; bir kefeye zalimi, diğerine mazlumu koyunca dengede duran terazi, adaleti temsil edebilir.

Bir suç için öngörülen yahut bir suçluya hükmolunan ceza, suça/suçluya hafif geliyorsa topluma/mağdura adaletsizlik yapılmış; ağır geliyorsa suçluya adaletsizlik yapılmış olur. Suçlular, zalimler, caniler hakkında da adaletten sapılmamalıdır. 

Kim olursa olsun bir kişi lehine veya aleyhine adalet terazisinin bir milim bozulması, toplumun adalet dengesinin altüst olması sonucunu doğurur.

Adalet, herkese hayat bahşeden bir iksirdir. Bu iksirden; kendilerini ayrıcalıklı gören, ayrıcalıklı olmak isteyenler rahatsız olur. Herkesin bu iksirden içememesi için de bu kişiler / müesseseler musluğun başını tutarlar, dilediklerine açar, dilediklerine kısarlar.

Kanunlar karşısında herkesin eşit olması veya kanunlarda öngörülen cezaların suçlarla ilişkilendirilirken adaletin gerçekleştirilmesi, adaleti gerçekleştirmek için yeterli değildir. Yani hâkimlerin, mahkemelerin âdil olması yetmez; kanunların adaletli olması gerekir. Kanunların adaletli olması, adliye teşkilatının adaletli olmasından da önceliklidir. 

Hakimler, savcılar... terazidir; kanunlar kefeye konan ağırlık ölçüleri. Ölçüler doğru olursa terazideki kusurlara rağmen adalet sağlanabilir. Ama ölçü birimi bozuksa hangi teraziyle tartarsanız tartın doğru sonuca ulaşamaz, doğru tarttığınızdan asla emin olamazsınız. 

Kısacası adaletin iki unsuru var: kanunlar ve hakimler.

Hakimleri, adalet duygusu ve vicdan sahibi, dürüst kimselerden seçer; bu erdemlere muhalif davrananları bertaraf edersek işin bu basit unsurunu tahakkuk ettiririz.

Adil kanunlar ise ancak ve ancak insan üstü bir irade ile gerçekleşebilir. İnsan; kendisi için iyilikleri, faydaları elde etmek uğruna bütün hayatını harcayan varlık, kendisine, yakınlarına en ufak bir zararın dokunmasını istemeyen varlık... meşruiyyetini sadece insandan alan, tamamen insana dayanan kanunlar yaparken gerçek bir adaleti ne kadar gözetebilir ki?

Herhangi bir suçun, bugün ve gelecekte, toplumun bütün katmanlarında, hayatın bütün alanlarında hangi etkilere ve ne ölçüde sebep olacağını kestirmesi asla mümkün olmayan bir insanın yaptığı kanunlar manzumesine adalet tesmiye eylemek büyük bir iddia olmaz mı?

Aynı suça dün başka, bugün başka bir ceza vermek, caydırıcı olmazsa yarın başka bir ceza koymak; yani adaleti oyuncağa, adliyeyi deneme yanılma meydanına çevirmek akla ve mantığa muvafık mıdır?

Allah'ın koyduğu kanunları beğenmeyen, kendisi kanun yapmaya yeltenen insan; kime kafa tutmakta, kendini ne zannetmektedir? Bir ya da birkaç, isterse onlarca, yüzlerce olsun, insan; diğer insanları yargılayacak kanunlar koyma yetkisi kimden ve nereden alıyor? Bazı fiilleri suç sayarken neye dayanıyor, suçların cezalarını nasıl belirliyor? 

Doğuştan insan olmayana insan demekle insan olmadığı gibi Allah'ın "adil hüküm" olarak indirmediğinin adını adalet koymakla da adalet olmaz.  

SAYAÇ

İnsan, doğduğu anda bir sayaç geri saymaya başlıyor. Kimi bilgisayar oyunlarındaki gibi kişinin başının üstünde gözükebilen, enerjisinin/ömrünün ne kadar kaldığını gösteren türden bir sayaç bu da.

Dünya hayatı da zaten bir oyundan ibaret değil mi?

Oyundaki kişiler sayaçları göremiyor fakat. Her kişinin tüketilmek üzere sayacına yüklenen süre farklı. Tıp, biyoloji, fizik, matematik ve konuyla uzaktan yakından ilgisi bulunan bütün bilimler kafa kafaya verseler yeni doğan bir bebeğin ömür sayacının geri sayıma kaçtan başladığını hesaplayabilmek imkânına sahip değiller.

Bebek ilk nefesini aldığında, aylardır onu beklemekte olanlar birbirlerini müjdelerken yeni doğanın başının üzerindeki görünmez ömür sayacı geri sayıma başlamış oluyor. Saniye hanesi geri sayarak dakika hanesini, o da bir önceki haneyi eritiyor. Sayaç gece gündüz çalışıyor, her bir hane nefes nefes bir büyüğünü tüketiyor.

Bilgisayar oyunlarında eksilen ömre, puan toplayınca ya da bazı şeyleri başarınca ilaveler yapılabiliyor. Dünya oyununda da böyle şeyler oluyor mu, göremiyor; bilemiyoruz. Sadakanın, akrabalarla iyi ilişkileri sürdürmenin ömrü uzatacağını haber veriyor Allah Elçisi. Bu bir nicelik artışı mıdır, nitelik artışı mıdır? Bilemiyoruz. Nicelikte artış olsa bile “Ne kadar kalmıştı sayacımızda, ne kadar artış oldu?” En ufak bir tahminde bulunmak bile mümkün olmuyor.

Aynalara her baktığımızda saçlarımızı, yüzümüzdeki günden güne belirginleşen kırışıkları görebildiğimiz gibi görebilseydik sayaçlarımızı da yahut ara sıra sorgulama imkânımız olsaydı kalan süremizi de tıpkı telefonlarımızda kalan dakikalarımızı sorgulayabildiğimiz gibi, yaşamımızda neler farklı olurdu acaba şimdiki durumumuzdan?

Sevinir miydik buna, üzülür müydük?

Hanelerimiz büyük rakamlarla doluyken kayıtsız davranıp sıfırlara yaklaştıkça da bunalımlara, korkulara düşer miydik mesela?

Bizim sayacımızda yıl hanesi dopdolu olsa bile sıfırlanmakta olan sevdiklerimiz nedeniyle her an ıstırap çekmez miydik?

Evlat hasretiyle yanan ebeveynin doğuma gün sayarken rakamlar küçüldükçe heyecanı, neşesi büyür. Ölüme gün saymak bunun aksidir mutlaka. Sayılar küçüldükçe yürekten kopan parçalar büyür.

İyi ki doğduğumuzda görebileceğimiz birer sayaç yaratmıyor bizimle birlikte Yaratıcı. İyi ki süreyi bilmiyoruz. Süreyi bilmiyoruz ama süreci biliyoruz, unutmamak gerek. Ölmeyecek gibi yaşamamak gerek. Sınırlı sermayeyi sınırsız ve sorumsuzca harcayamayız.

Farkında olsak da olmasak da, biz onu görmesek de bir yerlerde bize ait bir sayaç var, mütemadiyen geriye sarıyor, ömrümüzü geri saya saya tüketiyor. Bütün hanelerimiz sıfıra varmadan bir şeyler yapmak gerek. Yapmamız gereken ne ise onu yapmak gerek.

15 Aralık 2022 Perşembe

SOKAK KÖPEKLERİ

Herhangi bir varlığa, bir nesneye bizzat sahip olduğundan daha fazla önem vermek, günden güne kıymetini artırmak ve günün birinde kendisini o varlığa tapar halde bulmak; insanın en aptal taraflarından biridir.

İlk çağlardan itibaren putlara tapınan insanlar, hep bu yolu izlemiştir. Maddeyi kutsallaştıran; altına, inciye, elmasa kendi gücünün katbekat üstünde kıymet veren, sonra onlara kul köle olan, insanoğlunun kendisidir. 

Kıymet zannettiklerinin çoğu insanın, vehimlerden ibarettir.

Bugünün insanı da hayvanları kutsama yarışına girmiş durumda. Genel olarak hayvanlar, özel olarak köpekler, özellikle de sokak köpekleri; bugünkü insanın yarınki tanrısı olma yolunda belki köpeklik tarihinin şimdiye kadarki en mesut günlerini yaşıyor.

Allah'tan okuyucusu bulunan bir yazar değilim; yoksa daha ilk paragrafımı okumadan beni katil, cani ilan eder, yerin dibine sokarlardı. 

Hayvanlara uygulanan her türlü şiddeti, merhametsizliği elbette kınıyorum. Yeryüzündeki canlılara merhamet edenlere, Allah merhamet eder. (Tirmizi, Hadis no: 1924) Hayvanlara eziyet etmek şurada dursun; bitkilere, hatta cansız eşyaya bile insan nezaketle yaklaşmalıdır. 

İnsan, yeryüzünde Allah'ın halifesidir; şerefli, onurlu bir varlıktır. Tabiata, yeryüzündeki her tür varlığa karşı insana yakışır şekilde muamele etmelidir. Yeryüzü ve gökyüzü, insanla tanıştığı için memnun olabilmeli; hayvanlar, muhatap oldukları insanlardan insanlık görmelidir.

Böyle bir dünya, ancak insanın insan olabilmesiyle; biyolojik olarak insan olmanın ötesinde ahlakıyla da insan olabilmekle mümkün. 

İnsan neslinin tarihin belli dönemlerinde biraz biraz yaklaştığı bu hedefin bugün çok uzağında bulunuyoruz bütün bir insanlık olarak.

İnsan, insana acımıyor. İnsan; kendi evladına kıyıyor, öz annesini babasını katledebiliyor. Caniliğin en korkunç örneklerine, şiddetin en akıl almaz şekillerine tanık oluyor ve günden güne alışıyor, irkilme eşiğimiz yüksele yüksele duyarsızlaşıyoruz. 

Hayvanlar da nasibini alıyor elbette insanın canavarlaşmasından.

Ne var ki insan, yine insandır. İçinde potansiyel olarak insanlık bulunmaktadır. İnsan, evrendeki en mükemmel canlıdır. 

İki fayda birbiriyle çatıştığı zaman; büyük olanın, üstün olanın, zorunlu olanın öncelenmesi akıl, mantık ve adaletin gereğidir.

İki mefsedet çatıştığı zaman, hafif olanı irtikap edilerek büyük olanının önüne geçilmesi de yine aynı şekilde bir zorunluluktur.

Bitkiler canlıdır, ama yaşam hakkına hayvanlar kadar sahip değildir. Bitkilerin yaşamını kutsarsak hayvanları öldürmüş oluruz. 

Hayvanların hayat hakkı ile insanların hayat hakkı arasında bir çatışma meydana gelirse hayvanların hayatını korumaya çalışmak, insanın hayat hakkını elinden almak olur.

Bunları herkes bilir, kelime israf etmeye gerek bile yoktu.     

Gel gör ki bugünün dünyasında diğer pek çok adalet, akıl, mantık ve ahlak ilkeleri gibi bu en temel ilkeler de paramparça edildi. 

Hayvanlara şiddete karşı olduğumu, her türlü şiddeti kınadığımı; dertleri hayvan mayvan olmayan, belki öne çıkmak, görünür olmak, bir şeyleri protesto ederek rahatlamak, belki bazı menfaatler elde etmek yahut toplumda fesat çıkarmak olan ve asla hayvanları sevdiklerine inanmadığım sözde hayvan sever/insan sevmez örgütlerin şerlerinden korunmak için tekrar ediyorum. 

Belediyenin hayvan barınağında çalışan bir iki hayvan bakıcısı; köpeklere şiddet uygulamış, hayvanlardan biri ölmüş. Elleri kırılasıcalar, içinizde merhamet yoksa bırakın o işi. Ağızsız dilsiz hayvanlar, insanların çoğundan daha masumdur. Ananıza küfredemez, size hakaret edemez, sahtekarlık nedir bilmez onlar. Bu, işin bir tarafı.

Diğer tarafı ise barınakta çalışan bu insanların elleri kelepçelenerek itile kakıla emniyete götürülmeleri, hapse tıkılmaları, televizyonlarda adi, namussuz, katil muamelesine tabi tutulmaları da onların kabahatinden daha küçük değil.

Kabahatleri ne kadar kötü de olsa, insan öldürmüş değiller, namusa tecavüz etmiş değiller, uyuşturucu satmış değiller, askere polise silah sıkmış değiller. Kabahatleri ne kadar büyük olursa olsun hayvana karşı işlediği bir fiilden dolayı iki insanın onurunun kırılması, maddi manevi linç edilmeleri asla doğru olamaz. Belki çoluk çocukları, anne babaları var bu insanların. Eşinin dostunun gözleri önünde böyle aşağılanmayı hak etmiyor bu insanlar. İnsan öldüren (kadın öldürenler dışında) katillere reva görülmeyen uygulamayı bu insanlara reva görmenin gerekçesi nedir? Mağdurun köpek olması mı?

İşte insanın, köpekleri tanrı haline getirip onlara tapınmasının, onlara insanları kurban etmesinin görüntüsüdür bu.

Yaşadığım şehrin ara sokakları köpek pisliğinden geçilmiyor. Midesi bulanmadan bir insanın yolda yürümesi mümkün değil. Bütün köşe başları, çocuk parkları, kaldırımlar, otobüs durakları, dükkan önleri köpekler tarafından ele geçirilmiş durumda. 

Belediyeyi suçlamak kolay. Hatta en doğru (!) olanı da bu, belediye çalışanları da insan ya nihayetinde. Köpek pisliği temizlesinler gezip dolaşıp.

Belediye toplayıp barınağa koysun, otel yapsın köpekler için, karınlarını doyursun köpeklerin. İnsanlar, yiyecek ekmek bulamıyormuş, asgari ücretle çalışmak zorunda kalan babalar çocuklarına süt alamıyormuş, dar gelirlinin sofrasında et zaten bulunmuyordu, balık, tavuk da tası tarağı toplamaya başlamışmış... ne önemi var. Bulduğumuz parayı köpek mamasına yatıralım, köpekler yesin paramızı; aman sakın bir fakirin kursağına girmesin.

İnsanın insana yaptığı zulmü, ne hayvan insana yapmıştır ne insan hayvana.

Köpeklerin insanlara saldırması, yaralaması, öldürmesine ne mi diyeceğiz?

Tanrıların öfkesi...  

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-41382817